BAŞKA...
Her şey o cümleyle başladı. Bu cümle, öylesine güçlü bir cümleydi ki daha bir çift göz onu gördüğü anda başlamıştı pek çok şeyi değiştirmeye.
Karar verildi ve yeniden yazılmaya başlandı hayat defterine satırlar.
Hayal bile edemeyecek...
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
DEMİR ERTÜRK
Burnuna doldu ilk önce kokusu. Ciğerlerine yakarcasına doldu hem de. Hafifçe kıpırdandı gözlerini açmadan. Tedirgince ama büyük bir istekle de tekrar çekti kokuyu içine. Nerede olsa tanırdı onu. Bu onun kokusuydu. Ruhuna dokunan, sakinleştiren, büyüleyen, kendine kızmasına neden olacak kadar etkileyen koku. Daha burnuna ilk çarptığı anda anlamıştı üzerindeki etkisini. Kokunun neye benzediğini tarif edemezdi ama hissettiklerini aklından çok kez geçirmişti. Koku da tıpkı sahibine benziyordu. Güzeldi, sıcaktı, parlaktı, güven ve huzur vericiydi, enerji doluydu, neşeliydi, cesurdu, özeldi.
"Ada." diye fısıldadı gözlerini açmadan karanlığa.
Sanki bunu bekliyormuş gibi dudaklarının yanağında dolaştığını hissetti. Yavaş yavaş, yanağından çenesine kaydı dudaklar. Burnu burnuna değdi hafifçe. Nefesi nefesine çarptı.
"Buradasın." diye fısıldadı.
"Buradayım."
Geri çekildiğini hissedince gözlerini araladı. Ada, yatağının kenarında oturuyordu. Uzun saçları omuzlarından aşağıya dalgalar halinde dökülmüştü. Yüzünde ufak bir gülümseme vardı. O ışık saçan gülümsemesi ve parlayan gözleriyle her zamanki kadar güzeldi.
Demir de doğrulup oturdu. Yüzünde şaşkın bir ifade vardı. Gözleri Ada'nın yüzünde geziniyordu. "Sen nasıl girdin içeri?" diye sordu şaşkınlıkla.
Ada, elini Demir'in hızla atan kalbinin üzerine koydu. "Beni içeri sen aldın." Demir anlamayan gözlerle ona bakarken, "Anlamıyorsun değil mi?" diye sordu. Gülümsemesi yüzünde büyümüştü. Demir'in elini tutup kendi kalbinin üzerine götürdü. Demir, tıpkı kendi kalbi gibi hızla atan kalbi elinin altında hissetti.
Dudaklarını ıslattı. Beyni durmuş gibiydi. Dikkatini yalnızca birbiriyle uyumlu olarak çarpan kalplerine verdi bir an için. "Buradasın." diye fısıldadı yeniden. Hala burada, onunla olduğuna inanamıyordu. Ada, bir elini Demir'in yanağına koydu. Elini avuçlarını gıdıklayan sakallarının üzerinde gezdirdi. Demir, huzurla gözlerini kapattı.
Bir kere daha doldu kokusu burnuna. Yaklaştığını hissediyordu. Gözlerini açmadan ellerini Ada'nın uzun saçlarının arasından ince, zarif boynuna götürdü. Teni, parmak uçlarını yakıyordu. Kokusu zihnini bulandırıyordu. Elleri boynundan yanağına doğru çıkarken dudakları, dudaklarının sıcaklığını hissedecek kadar yakındı.
"Ada." diye fısıldadı. Dudakları belli belirsiz dudaklarına değdi.
Pat diye bir ses duyuldu. Demir'in gözleri aniden açıldı. Yanan ışık gözlerini almıştı. Gözlerini kısıp etrafına anlamayan gözlerle bakındı. Salondaydı, kanepede uzanıyordu. Avuçlarını gözlerine bastırarak doğrulup oturdu. "Rüyaydı." dedi kendi kendine dudaklarını yalayarak. Derin bir nefes alıp, havayı yanaklarına doldurup oflayarak dışarıya verdi. Yerde, ayağının dibindeki televizyon kumandasına baktı. Eli yavaşça bilekliğin üzerinde gezindi. Fark etmeden tıpkı Ada'nın yaptığı gibi parmaklarını bilekliğin etrafında gezdirirken çenesi kasılmıştı. Tüm suç Kaan'ındı. Demir'in kafasını o karıştırmıştı. Aklına Ada'yı sokmuş, o da öyle bir rüya görmüştü. Dili alt dudağının üzerinde gezinirken duraksayıp başını iki yana salladı. "İki gün. Sadece iki günü kaldı. Bir daha onu hiç görmeyeceğim." diye kendi kendine mırıldanırken bile ondan kaçış olmadığını biliyordu.