Bu arada bölümde bir sıkıntı olmuş sanırım, silip yeniden yükledim. İyi okumalar...
Bora'cığımla geç saatlere kadar, yani ben ağzım açık bir şekilde kanepede uyuyana kadar dertleştik. Daha doğrusu o anlattı, ben dinledim. Ertesi gün uyandığımda kanepedeydim. Üzerimde de bir battaniye vardı. Bora da bir ara gitmişti herhalde.
Öğlene kadar uyumama rağmen hala çok uykum vardı ama okula gidince her zaman olduğu gibi, biri sanki bir düğmeye basmış gibi anında enerjik bir hale gelmiştim. Tabi bunda akşam eğlenmek için bir yere gidecek olmamızın payı da vardı. Bora'nın fikriydi bu. Onu tanıyordum artık. Ne zaman üzgün olsa, canı yansa kafasını dağıtacak bir şeylere ihtiyaç duyardı. Benden başka kimseyle paylaşmazdı derdini. Bana anlattıktan sonra da hiç etkilenmemiş gibi devam ederdi.
Babam ve babaannem de üzülüyorlardı Bora'ya. İlk tanıştıklarında pek Bora'dan hoşlanmamışlardı. Bunda benim genellikle arkadaşlarından küçük olmamın da etkisi vardı. Bora'nın şımarık, serbest ve serseri halleri bu iki öğretmeni rahatsız etse de sonunda Bora, onların kalbini kazanmasını bilmişti. Onunla arkadaşlık etmemden rahatsızlık duymuyorlar, Bora'ya güveniyorlardı. Artık bana da bu konuda güven duyuyorlardı. Farklı bir kızdım. Bunu kabul ediyorlar, seçimlerime saygı gösteriyorlardı. Ben de genellikle doğru seçimler yapıyordum. Bazen ne kadar çocuk gibi de davransam, babam da babaannem de biliyordu ki aslında çok olgun bir kızdım ve ne yaptığımı iyi biliyordum.
Parmaklarımla masada ritim tutarken gözlerim Bora'daydı. Hemen yanındaki Açelya'ya telefonundan hevesle bir şeyler gösteriyordu.
Açelya hariç hepimiz son sınıfa geçmiştik ve staj yapıyorduk. Herkes staj yerinden bahsediyordu. Zafer, sabah erken kalkmaktan iki günde bıktığını anlattı ama genel olarak herkes mutluydu. Peri'nin sıkıntısı Severus Snape'e benzeyen bir avukatın ayakkabılarının timsah derisi olup olmadığından emin olamaması ile ilgiliydi. Bu kız gerçekten alemdi. Masaca Alan Rickman'a saygılarımızı sunduktan sonra ben anlatmaya başladım.
Benim olayımı Bora'dan başka kimse bilmiyordu. Herkes başvurduğum yerler dışında başka bir yerde staj yaptığım için şaşırmıştı. Onlara en baştan, Demir Bey'le çarpıştığım yerden anlatmadım. Sanki ilk defa orada tanışmışız gibi anlattım. Bora da tanışma hikayemizi bildiğinden karşımda sırıtarak, bir şey söylemeden dinlemişti. "Dünyanın en sinir bozucu adamı," diye bitirdim hikayemi arkama yaslanarak. Dünkü uyku sersemliğinden sonra bugün özüme dönmüştüm. Dün beni evime bırakmayı teklif etmişti. Orada birkaç artı puan kazanmıştı benden. Helal olsun ona aferin falan ama bu kadar çabuk yelkenleri suya indirmeyecektim. Kısacası ona hala sinir oluyordum.
"Ne peki bu en iyi olan avukatın ismi?" diye sordu Zafer.
Bakışlarımı yukarı diktim. Sanırım adını anmadığım gün geçmeyecekti artık. "Demir Ertürk. Koz-Er Şirket'e bağlı bir hukuk bürosunda..."
"Demir Ertürk mü?" diye araya girdi Nihal, şoke olmuş bir tavırla.
Nihal'e bakıp başımı salladım. "Evet."
Gözlerini kocaman açmıştı. Gözleri mavi olduğundan mıdır nedir, böyle yaptığında korkunç görünüyordu. "Birol Ertürk'ün oğlu olan Demir Ertürk mü?"
İstemsizce geri çekildim. "Gözlerini normal ve güzel boyutlarına geri çevir. Ve ayrıca," omuz silktim. "Henüz nüfus bilgilerini bilmiyorum. Neden bu kadar heyecanlandın?"
Elleriyle yüzüne hava verirken hepimiz ona bakıyorduk. Abartmayı çok severdi. En azından gözleri normal boyutlarına dönmüştü. "Ada, o adam o kadar yakışıklı, o kadar karizmatik ki. Yemin ederim senin yerinde olmak için her şeyden vazgeçerdim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BAŞKA
General FictionBAŞKA... Her şey o cümleyle başladı. Bu cümle, öylesine güçlü bir cümleydi ki daha bir çift göz onu gördüğü anda başlamıştı pek çok şeyi değiştirmeye. Karar verildi ve yeniden yazılmaya başlandı hayat defterine satırlar. Hayal bile edemeyecek...