Bölüm 5

590 16 0
                                    

Şirkette sadece Fidan Hanım ve ben vardık. Demir Beyler dışarı çıkmışlardı ve bugün gelmeyeceklerdi. Odada sessizce raporlarımı hazırlarken bunları erken bir saatte bitiremeyeceğimi anlamıştım. Bu yüzden babama telefon edip eve gecikeceğimi haber verdim. İşim bitince o gelip beni alacaktı.

Şu an için tek tesellim yarın okula gidecek olmamdı. Buraya gelmeyecektim. Yeterince yıpranmış olan sinirlerimin bir günlük molayla toparlanacağına inanıyordum. Sonra Demir Bey'le atışmalarımıza tam gaz devam edebilirdik.

Parmağımı kâğıtların üzerinde hızlıca kaydırırken okumam her zamanki gibi hızlıydı ama dediğim gibi yazma işi uzun sürüyordu. Hala nasıl olup da sıkıntıdan bayılmadığımı merak ediyordum. Sanırım hala ayık bir şekilde çalışmamın nedeni Demir Ertürk'tü. Dikkatimi parçalara ayırıyordu. Beynimin bir kısmı sıkıcı özetleme işleriyle meşgulken, bir kısmı da gereksizce onunla meşguldü.

Daha önce bir insanın aklımı bu kadar uzun meşgul ettiği hiç olmamıştı. İtiraf etmeliyim ki sinirlerimi ne kadar bozarsa bozsun onu merak ediyordum. Neden böyle davrandığını, neden gülümsemediğini, neden çok az konuştuğunu, öfkesini... Sanki böyle biri olmaya zorluyordu kendisini. Gizemli bir adamdı. Değilse bile öyle bir hava yaratıyordu.

Hoşlandığım çocukların ortak yanı genellikle gizemli olmalarıydı. Hayır, hayır, yanlış anlaşılmasın Demir'den, yani Demir Bey'den hoşlandığım falan yok. Sadece gizemin ilgimi çekmesine örnek vermeye çalışıyorum.

Evet, gizemli çocuklar, havalı ve merak uyandırıcı. Kısacası benim tam tersimdi. İnsan her zaman kendinden farklı olana ilgi duyuyordu. Ne garip! Çenesi düşük, her an konuşmaya hazır ben de ketum insanlara ilgi duyuyordum işte. Onlar benim için çözülmeyi bekleyen birer bulmaca gibi. Ve bir bulmacayı kimden saklayamazsınız biliyor musunuz? Meraklı bir dâhiden.

Bu arada ondan özür dilemem gerekiyordu. Yine! Zaman geçtikçe daha mantıklı düşünmeye başlamıştım. Her zamanki gibi o başlatmış olsa da benim daha saygılı olmam gerekirdi. Arkadaşlarının yanında yaptığım hoş değildi ve itiraf etmek istemesem de çocukça davrandığımı kabul etmeliydim.

Boğuk bir ses düşüncelerimi bir tarafa iteklerken kaşlarımı çatıp başımı kağıtlardan kaldırdım. Dikkatlice dinledim. Bir şey titriyordu sanki. Sesin tam olarak nereden geldiğini anlamak için ayağa kalıp odanın ortasına doğru yürüdüm. Demir Bey'in çekmecesinden geliyordu ses.

Telefonunu burada unutmuştu ve arayan da Barış Bey'di.

"Efendim?"

"Sakar?" Demir Bey'di. Sesimi tanımasına şaşırmıştım. Tabi sesimi tanımamış da olabilirdi. Sonuçta bu odada yalnız ben vardım.

Gözlerimi devirdim. Bana daha havalı bir isim takamaz mıydı? "Evet Patron?"

Derin bir nefes aldı. O da ona Patron dememe sinir oluyordu. Harika bir ilişkimiz vardı işte. "Telefonu tamamen kapat ve masanın çekmecesine koy. Bir ara uğrayıp alırım."

"Peki."

Bir şey demeden telefonu kapattı. Şaşırtmadı yani. Ben de dediğini yapıp telefonu kapattıktan sonra masanın çekmecesine koyup işime devam ettim. Sonra da kendime kızdım. Keşke kapatmasaydım telefonunu. Belki biraz karıştırırdım. Hızla başımı iki yana salladım. Saçmalama Ada! Bu kadar basitleşemezdim.

Bir süre sonra Fidan Hanım da çıktı şirketten. İşim bitene kadar kalmayı teklif etti ama kabul etmedim. Zaten o da çok yorgun görünüyordu ve eve gitmek istediği de belliydi.

Fidan Hanım da gittikten sonra koca şirkette tek başıma kalmıştım. Tek ışık kaynağım da masa lambamdı. Neyse ki böyle şeylerden korkmazdım. Bir kez daha gerindikten sonra kalemimi elime aldım. Bir saate bitirebileceğimi düşünüyordum. Telefonumun kronometresini açtım. Bir saat, üç dakika, on yedi saniye, üç salise içinde raporlarımı bitirdim. Esneyerek boynumu ve omuzlarımı oynattım. Çok yorulmuştum. Gözlerim de ağrıyordu. Çok uykum gelmişti. Babamı arayıp beni almasını söyledikten sonra masa lambamı da kapatıp ofisi karanlığa gömdüm. Aslında oda kapkaranlık da olmamıştı. Bahçede birkaç ışık yanıyordu. Bu da az da olsa odayı aydınlatıyordu.

BAŞKAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin