71. BÖLÜM

3.7K 188 89
                                    

Ateş'ten... 

Okuldan çıkıp, Görkem otobüse bindiğinde ben de kendi evime doğru yola çıktım. Birkaç gündür annemle kalıyordum ve bir duş alsam iyi olacaktı. Annemin evine birkaç eşyamı götürecektim dönüşte. Duş aldıktan sonra yeniden annemin yanına gidecektim.

Onu yeni gerçeklerle yüzleştirmekten artık gerçekten yorulmuş olsam da bu en önemlilerinden biriydi. Anneme, kendi annesinden hiç söz etmemiştim. O da bununla ilgili hiçbir şey hatırlamamıştı zaten.

Şimdi kalkıp henüz kendi hafızasını kazanamamış anneme, tıpkı kendi gibi geçmişini hatırlamayan bir annesi olduğunu nasıl söyleyecektim? Anneannemin, annem ortadan kaybolduktan sonra bu üzüntüyle hastalığının tetiklendiğini nasıl anlatabilirdim?

Anneannem, çoğu zaman beni bile hatırlamazken, annemi hatırlaması, yokluğuyla evlat acısını tattığı, hasretiyle tüm benliğini unutturan kızını onca yıl sonra şimdi hatırlar mıydı? Bize bir mucizeden çok daha fazlası gerekliydi. Sihirli bir değnek, büyülü birkaç söz, bir anne duası ve belki de bir evlat duası...

Gözyaşları içinde dualar etsem, yalnızca anılarımızı, annemin ve anneannemin hafızasını dilesem, hayırlısını istesem geçer miydi tüm bunlar?

Hayırlısını nereden bilecektim ben? Nasıl anlayabilirdim? Belki de başıma gelen her şeye şükür etmeliydim. Bakış açısı tüm hayatına yön verebilecek bir etken olabiliyordu bazen. Kendimle çelişiyor gibiydim. Sanki zihnim ikiye bölünmüş; bir tarafım, her şeyin artık yoluna girmeye başladığını fısıldayıp beni sakinleştirmek isterken diğer tarafım, beni isyan etmeye, çığlık atmaya ve belki de mutsuzluğa sürüklüyordu.

Ben kesinlikle nankör bir insan olmalıydım. Bundan birkaç ay önce yalnızca annemi bir kez daha görüp hafızamdaki yerini tazeleyebilmeyi istiyordum içten içe. Annemle birbirimizi bulduk, bu beraberinde babamla ilgili bir yıkım yaratsa da içimdeki enkazın varlığına alışkındım ben dokuz yaşımdan beri.

Üstüm başım hep yara içindeydi zaten. Dokuz yaşındaki bir çocuğun yalnızca dizleri yaralı olmalıydı oysa... İnsan vücudunda ufak birer darbeyle kanamaya hazır onca doku varken, neden kalp...

Annemin içimde yarattığı özlem ve boşluk zamanla yavaş yavaş dolarken, babamla ilgili kısım git gide bomboş kalıyor, yerinde hırçın ama yakıcı yeller esmeye başlamıştı. Belki de yalnızca biriyle yetinmeyi öğrenmeliydim.

Hiçbir çocuk böyle bir seçim yapmamalıydı. Yapmak zorunda olmamalıydı. Anne, kalpse eğer, baba da şah damarın olmalıydı... Biri göğüs kafesinin hemen içinde her saniye atışlarıyla seni hayata bağlayan, bir diğeri sana soluğun kadar yakın olandı.

Neden şimdi? Neden bitmiyordu sanki bu seçimler, hüzünler? Annemle yüzleşmek, babamla yüzleşmek, şimdi de birkaç dakika sonra her şeyi unutacak olan anneannemle yüzleşmek, yalnızca düşüncesiyle bile sinir sistemimi alt üst edebilecek birer unsurdu. Bunları yaşamak ise asla formül kullanamayacağın, hatta sayılarını bile hiç bilmediğin işlemlerle dolu bir sınav kâğıdı gibiydi.

Derin bir nefes alıp kendimi ılık suyun altına bıraktım. Yavaş yavaş saç tellerimden vücuduma akan su, içimdeki fırtınayla birleşse ortalık, toprakla, çamurla dolar gibiydi. Peki, içimdeki yangını ne söndürecekti? Su, hem bir çözüm, hem de yeni bir hüzün getirir gibiydi. İçime bir hortum salsam ve tüm benliğimde fırtınalar kopsa artık. Başlasa ve bitse... Tedirginlik ve endişe bitse...

Duştan çıkıp doğruca odama yöneldim ve hiç de aceleci olmayan hareketlerle üzerime beyaz bir tişört ve kot pantolon geçirdim. Fazlasıyla özensizdim. Göz ucuyla aynada gördüğüm dağılmış olan saçlarımı da şekillendirmek için bir çabam yoktu.

ALEV ALEVHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin