36

2.1K 94 0
                                    

Ertesi sabah saat neredeyse 15'e geliyordu.  Bana göre dün için normal bir saatti. Ama diğer insanların düşüncesi hakkında bir fikrim yok. Fırat Abi'nin evinde bir gün ve uzun bir yolculuk... ama bu yolculuğu tek başıma geçirmedim. Furkan uyanmış mıdır acaba? En son kanepede yatıyordu. Kahvaltı falan da hazırlanması gerekiyor ve evde de kahvaltılık falan yok. Bu durumu Furkan'ın kendi görmesini beklemeliyim.

Aynaya baktım ve aşağıya indiğimde Furkan hala yatıyordu. Ama saat çok geç, artık kalkması gerekiyor. Bende yorgundum ama ben ona nazaran daha geç yattım. O tavuk gibi erkenden yattı. Yanına yaklaştım, üstü hala yarı çıplaktı. Onu ayaklarından kafasına doğru süzdüm. Gözlerimi karnına hiza edince durdum. Kırmızılık dikkatimi çekti. Biraz daha kafamı yaklaştığında otuz yedi numaralı ayak izimin olduğunu fark ettim. Sanırım banyoda tekme atarken çıkmıştı bu iz. Sadece bir iz yani, daha kötüsü olamaz heralde. Ama kendi kaşındı. Benim bir suçum yok. Furkan'ı öylece  bırakıp mutfağa, elimdeki malzemelerle kahvaltı hazırlayabilip hazırlamayabileceğime bakmak için gittim. Tekrar kontrol edince zeytin dışında hiçbir şeyin olmadığını gördüm.  Kısacası alış veriş şarttı. Üst kata, Furkan'ın odasına geri dönüp üstümü daha düzenli giyindim. Bir umut, belki buradaki bakkallar da bizim oradaki bakkallar gibi borç verebilir diye düşündüm.

Eskiden her şey ne kadar güzeldi. Herkes teknoloji manyağı olmuş. Oysaki benim zamanlarımda dışarıdan ayrılmazdık. Sabahtan akşama kadar dışarıda Ece ile türlü türlü oyunlar oynardık. Bilgisayarımız, tabletimiz de yoktu. Telefonumuz da ev telefonuydu. Birbirimizi arayarak dışarı çıkacağımızı söylerdik. Herkes gelene kadar bir yerde toplanırdık. Bizim için eğlence "Hadi dokuz taş oynayalım," demekti. Veya yakantop, veya saklambaç... Bir de bakkalcı Kemal Amca'mız vardı tabi. Her cuma günü bütün mahalleye çikolata, gofret dağıtınca mutlu olurduk. Ama teknoloji bunların hepsinin önüne geçmeyi başardı ve hala da geçmeye devam ediyor.

Komodinin üzerinden anahtarı alarak dışarı çıktım. Evin bahçesinden çıkana kadar neredeyse beş metre yürüdüm. Sonunda ikinci kapıya varınca etrafıma sağdan sola taradım. Bir öğretmenim söylemişti, etrafımızı sağdan sola doğru tarayınca gözümüze daha fazla cisim veya varlık takılırmış. Fakat benim gözüme hiçbir şey takılmadı. Yani bakkal falan görmedim. Biraz daha ilerleyerek herhangi bir bakkal aramaya başladım. Evin yolunu kaybetmemek için sürekli arkama bakarak yürüyordum. Şu ana kadar gördüklerim sadece büyük mağazalar, kuaförler ve berberler. Birkaç metre daha yürüyünce "Emin Bakkal" diye bir tabela gördüm. Aradığım bakkalı buldum. Evi görüş alanımdan kaybetmiştim ama hafızama güveniyorum.

Bakkala girince kasa tarafında kimsenin olmadığını gördüm. "Kimse var mı?" diye seslendim. İçeriden bir tane yaşlı başlı adam çıktı. "Buyur kızım, " diyerek karşılık verdi.
"Borç kaydediyor musunuz?" Bunu sorarken tedirgin olmuştum. Çünkü buralar hep zengin iş adamlarıyla doluydu. Benim sorum ona saçma bir soru gibi gelmiş olabilir.
"Evet kızım, ne istersin?" dedi. Hem şaşırdım hem de sevindim.
"Ekmek, peynir, çay, krem peynir, meyve suyu, salça, salam, kaşar peynir," dedim ve durdum. Aklıma şimdilik bu kadarı gelmişti. Bunları söylerken parmaklarımla tek tek sanıyordum.
"Bunların hepsini alacağına emin misin?"
"Evet, neden ki?"
"Daha önce bu kadar çok malzeme isteyen müşterim olmamıştı, " diyerek bir ajanda çıkardı. İsmimi sordu, borç miktarını yazdı ve telefon numaramı aldı. Aldıklarımı iki poşete sığdırdım ve artık bakkaldan çıktım. Dışarıda yağmur yağıyordu. Daha az önce güneş vardı. Yağmur da nerden çıktı? Kabanım da yanımda yok. Mecburen eve ıslanarak gideceğim. Yavaş yavaş yürümeye başladım. Daha evi görmeden bile ıslanmıştım. Sert rüzgar habersizce esiyordu. Adımlarını hızlandırarak eve kadar gittim. Islanmaktan saçlarım yüzüme yapışıyordu. Tir tir titriyordum.

Cebimden anahtarları çıkartıp kapıyı açtım. Kapıyı kapatınca yoluma birden Furkan girdi. Yüzüne bile bakmadan yanından geçtim. Elimdeki poşetleri mutfağa bırakınca arkamdan O da mutfağa geldi. Tezgahın üzerine bıraktığım poşetlere bakarak "Alış veriş mi yaptın?"diye sordu. Cevap veremedim.
"Sana diyorum," diyerek sesini yükseltti. Ben sırılsıklam ıslandığım ve titrediğim için ona cevap verme çabasında değilim.

Tekrar yüzüne bakmadan yanından geçtim ve üst kata üstümü değiştirmeye çıktım. Merdivenlerden çıkarken sanırım beni takip ediyordu. Bu yüzden kapıyı kapattım. Kıyafet seçmek için dolaba yöneldim. Ama sırtıma çarpan bir şey yüzünden korktum ve arkama döndüm. Karşımda yine Furkan'ı gördüm. Sırtımı dolaba  dönmüştüm.

"Neden ıslaksın?" diye sordu. Gözlerimle camı işaret ederek yağmur yağdığını gösterdim. Aramızda beş adımlık mesafe vardı. Yavaş yavaş bana doğru geliyordu. O bana doğru geldikçe ben dolaba daha çok yapışıyordum. En sonunda aramızda bir adımlık mesafe kalınca bir hapşırık patlattım. Yüzünde tükürük ile birlikte hızla yüzünü kapatarak uzaklaştı benden.

"Bu iki oluyor ama. Seni cezalandırmanın vakti geldi," dedi. O bunu söylerken ben içten içe kahkaha atıyordum. Yüzünü temizledikten sonra hızlı hızlı adımlarla bana doğru yürüdü. Öyle bir yürüyordu ki dövecek gibi bir hali vardı. Ben gözlerimi kapattım. Bir süre gözüm kapalı durdum. Ne olup bittiğini merak ettim ve gözümü açtım. Dolaptan tişört seçiyordu. Gözlerimi devirerek bende dolabıma baktım. Kazak arıyordum ama yok. Hırka vardı. Çaktırmadan Furkan'ın dolabına bakınca siyah ve boğazlı bir kazak gördüm. Kazağı aldı ve kontrol etti. Sanırım onu giyecekti. Ama beklenmedik bir şekilde kazağı benim dolabıma koydu. Kazağı alıp yüzüne fırlatmak istesem de yapmadım. Çünkü bana lazım. Üşüyorum ben.

KORKAK | TAMAMLANDIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin