Bölüm 57

4.3K 139 16
                                    

          Her kesin duyduğunda tanıdığı bir koku vardır, o kokuyu her duyduğunda içinden bir şeyler kopar, burnuna düşer, beynini uyuşturur. Nane ve vanilya benim kokumda buydu, tüm mantığımı süpürüp beni aşkın kucağına tutarsızca iten koku... 

                             Yatağımdaki erkeksi kokuyla uyandığımda o sevdiğim kokuyu aradım, bu koku çok farklıydı, daha çok ben erkeğim der gibi buram buram burnuma geliyordu. Dün gece Ertan la uyuduğumu anımsayarak kafamı kaldırıp bana sarılmadan yüzü bana dönük uyuyan adama baktım. Sakalları düne göre daha çok uzamış yüzü uykunun etkisiyle o sert halinden sıyrılmış, göründüğünden daha kırılgan bir şekilde karşımda uyuyan adam. Bana bir kez bile dokunmadan tüm gece benimle yatan adam.

                Garip bir şekilde onu olmayan abim gibi sahiplenme duygusu içindeydim, bu hoşlanma değildi hele aşk asla, sadece beni anlamasını sevmiştim, bana saygı duymasını, hiç düşünmeden bana kendi sırlarını anlatmasını, o sert erkeksi görünüşün ardındaki hınzır çocuğu sevmiştim. O yanıma yattığı anda tüm yanlızlığımı unutup kendimi uykunun kollarına tutarsızca bırakmış, derin bir uyku çekmiştim.

                  Yerimden kalkmak için kıpırdadığımda bir anda gözlerini açmıştı.  Yeni uyanmış kızarık gözlerle bana bakarak sanki henüz uyanmamış gibi doğrulup yatakta oturdu. " Günaydın" dedim yumuşak bir sesle. " Günaydın kızıl" dedi gülümseyerek ve elleriyle gözlerini ovuşturdu. 

" Yıkanmak istersen banyo ilerideki kapı ve dolapta kıyafetler var" dedim ve yataktan kalkıp telefonumdan saate baktım. Henüz yediydi. İki günlük uykunun ardından bu kadar erken uyanmama şaşırmıştım ama sanki zerre kadar uykum yokmuş gibi dinçtim. Ah lanet olsun okul... Okulu tamamen unutmuştum. Hafta sonu bitmişti ve bu gün lanet dersim vardı.  Gökmen'le geçecek 45 dakikalık lanet ders. Kıyafetlerimi alarak odadan çıktığımda misafir odasına geçip çabucak giyindim. Aynada karışan saçlarıma bakıp küfür savurarak Ertan'ı bu görüntüye maruz bıraktığım için somurttum. Gidip saçımı yapmalı ve makyajımı tamamlamalıydım. 

            Odama döndüğümde banyodan su sesi geliyordu, onun bu rahat hareketleri ve yadırgamaması hoşuma giderek saçlarımı tarayıp sıkı bir at kuyruğu yaptım. Makyajımı tamamlarken su sesi kesilmişti ve kısa süre sonra kapı açıldı.  Kırmızı rujumu sürerken arkamdan o kalın sesi duyuldu. 

" Kırmızı sana yakışıyor" , yavaşça arkamı döndüğümde üzerinde gri bir eşofman altı ve beyaz bir t-shirt'le spora gidiyor gibi görünen ıslak saçlı adama bakarak gülümsedim. " Spor giyinmekte sana".  Omzundaki havluyu sandalyeye sererek gülümsedi. " Bunlar onun kıyafetleri mi?"

" Hayır onlar bir arkadaşımın kıyafetleri, o daha zayıf ve senden daha kısaydı, aslında bu kıyafetlerin içinde kaybolacağı kesin"

" Bana iri mi demek istiyorsun kızıl"

" sadece kaslı"

"beni inceledin demek"

Ona göz ucuyla bakarak yerimden kalkıp topuklularımı giydim, ve kolumdaki saate baktım. " evet güzel bir popon ve geniş omuzların var fazlasıyla geniş" O içten kahkahasını atarak karşımda durdu. " Teşekkür ederim kızıl".

" Kahvaltı yapıp çıkmalıyım, rahat ol kendi evin gibi, istediğin zaman gidersin" dedim, kapıdan çıkarken. " Sana daha çok rahatsızlık vermek istemem kızıl ama seni yine görmek isterim". Omzumun üzerinden ona bakarak gülümsedim. " Göreceksin ben seni yine bulurum" dedim ve mutfağa indim. 

               Kahvaltımı yaparken oda gelerek sessizce karşıma oturup bir şeyler atıştırdı. " Sabah sabah nereye gidiyorsun peki kızıl pek çalışkan birine benzemiyorsun". Çayımı yudumlayıp masaya bıraktım. " Berrak Kollejinde zorunlu öğretmenlik, emin ol çalışmayı seven biri asla olmadım"

" Biliyorum" dedi alaycı. " Yine o beyin okuma şeyimi" dedim aynı alaycılıkla. " Olabilir" dedi ağzına bir peynir atarken. "peki" dedim huzursuz. " Baksana o zorunlu öğretmenliğin bittiğinde seni bir yere götürmek istiyorum". 

" Bu bir çıkma teklifimi?"

" Hayır sadece arkadaşımla bir sohbet" 

" peki o zaman 4 te buluşuruz" 

                 Masadan kalkarak çantamı alıp okulun yolunu tuttum, bu günü atlatırsam sanırım biraz olsun rahatlayacaktım. Onu iki gün sonra ilk kez görmek ve artık onun olmamak, bunları kabullenmek zorundaydım.

                Okulun bahçesine girdiğimde sınıflara doğru yürüdüm, dokuzuncu sınıflarla olan dersimi anımsayınca yüzümü buruşturup sınıfın kapısını açtım. Yine aynı manzara yüzüme çarparken beni fark ettiklerinde şaşırtır bir biçimde susup yerlerine oturdular. 

" Günaydın" dedim sevecen olmaya çalışarak. Hepsi bir ağızdan tekrarladı, eşyalarımı masaya bırakıp masaya yaslandım. " Sınava hazır mısınız" , hepsi olmasada bir kısmı evet demişti buda bir gelişmeydi.

 "Herkes bir sayfa çıkarsın ve parayla alamayacağı şeyi yazsın ve adını" dedikten sonra çıkan gürültü ve yırtılan defter sayfalarının sesine aldırmadan sınıfı izledim. Düşenceli yüzler ve çabuk çabuk yazı yazanlar,  yaklaşık on  dakika sonra herkes bitirdiğinde başımı kaldırıp sınıfa baktım ve sıraların arasında dolaşarak herkesin sayfalarına baktım. 

                Çoğunluk aşk, mutluluk, huzur benzeri şeyler yazdığından elimdeki defterime notlarını yazarak devam ediyordum. Hepsi merakla bana bakarken boş gördüğüm sayfayla kafamı kaldırıp kim olduğuna baktım.  Demir başka kim olabilirdi ki. Bilge holdingin sahibiyim her şeyi alırım diyen zengin velet. Başında durarak sayfasını alarak yırttım. Bana rahat gözlerle bakarken tüm sınıfın duyacağı şekilde  konuştum. 

" Senin bir cevabın yok mu Demir?"

" Var Hocam"

" Neymiş"

" Paranın alamayacağı hiç bir şey yoktur hocam"

" O zaman bu dersten kaldın" 

" Sizce para neyi satın alamaz hocam"

" En basiti şu içine çektiğin hava, onu parayla satın alabilir misin?, yada duyduğun şu yağmuru?, havadaki bulutları hangisini satın alacaksın"

 Başını sokarak sessizleştiğinde masama yürüyüp sınıfa döndüm. Herkes çıkabilir sınav bu kadar dedikten sonra kendimi ofise attım.  Son 30 dakika dedim, onu görmek için son 30 dakika.  Asır gibi geçen dakikalardan sonra el mahkum  sınıfa yürürken merdivenler sanki dağdı bende çıkmaya çalışan bir acemi. Ne ayaklarım taşıyabilecek gibi bedenimi, nede ben eski bendim. 

         Sınıfa girdiğimde başımı bile kaldırmadan herkese günaydın deyip ilk kez öğretmenler masasına değilde sandalyeye oturup zorlukla başımı kaldırdım.  Herkes sessizce bakarken güçlü ol dedim, güçlü ol Melissa başını dik tut, nasıl olsa bitecek, buda geçecek, herşeyin bittiği ve zamanın geçtiği gibi. İlk önce Alkin'i gördüğümde bana masum gülümsemesini gönderdiğinde ona aynı masum gülümsemeyle karşılık verdim. Daha sonra onun yüzü görüş alanıma girdi.  Gözünü bile kırpmadan bana bakan bir çift yeşil göz. Boğazımı temizleyerek gözlerimi ondan kaçırıp sınıfın geri kalanınada gülümseyip dersi anlatmaya başladım. Anlatıyordumda sanki oradaki ben değildim. Bir robot gibi, kelimeler otomatik olarak ağzımdan çıkıp onlara gidiyor onlardanda yorum olarak bana geliyordu. Gözümü her ona çevirdiğimde hiç başını bile çevirmeden bana bakıyordu. Sanki beni daha çok öldürebilirmiş, sanki daha çok dibe batırabilirmiş gibi. 

             Dersin bittiğini fark ettiğimde yarım ağız sonraki konu için bir şeyler geveleyerek  ofise koşar adım kaçtım. Evet kaçmıştım biraz daha kalsam ağlayacaktım, bağıracaktım ve yıkılacaktım. Ofisin kapısını kapattığım anda derin bir nefes alarak kendimi koltuğa bıraktım. Atlatmıştım, geçmişti bitti dedim, bu günde bitecek, alışacaksın, zamanla alışacaksın...

                 Kendimi teselli ederken hızla açılan kapıyla ürküp başımı kapıya çevirdim. Daha önce hiç görmediğim gibi bakan yeşil gözlerle donup kalmıştım. Alışmamıştım, atlatmamıştım ve bitmemişti, katilim kararlıydı, beni tamamen öldürecekti... 

                  

Küçük SevgilimHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin