Bölüm 2

2.3K 80 0
                                    

Afitap

Anahtar, kilidi klik sesiyle açarken beni sessizliğe buyur etti. Ayakkabılarımı çıkarıp girişteki ayakkabılığa koyarken yardımcının çok da fena bir fikir olmadığını düşünüyordum. Yine de eve tam zamanlı bir yardımcı almayarak en iyisini yaptım.

Canım ben.

Çantamı mutfaktaki sandalyenin üzerine bırakıp telefonumdan bir müzik açtım. Youtube'a güvenerek otomatik oynat'ı devreye sokup buzdolabına doğru adım attım.

Kapağı açtığımda karşılaştığım manzara, buzdolabının içinden çıkan soğuk buhardan daha çok üşüttü beni.

Ağlamak istiyordum.

Müziği kapatıp usulca çantamı omzuma attım ve Küçük Emrah bakışlarımla evi terk ettim alışveriş yapmak için.

Bir saati aşkın alışverişten sonra kendimi mutfağa atıp yemek hazırlamaya başladım. Yaad'ın gelmesine daha vardı ve bu, benim için iyi bir haberdi. Alelacele bir şeyler hazırlayıp onları ocağa koyduğumda aldıklarımı yerleştirip mutfağı temizledim. Yorgunluktan ölmeden önce ocağı kapatıp kendimi duşa attım.

Bir haftanın yorgunluğunu ılık suyla benden çok uzak diyarlara göndermeye çalışsam da başaramadım. Göz kapaklarım ve ben, tüm kılıçlarımızı kuşanıp savaşırken sol bileğimdeki saate baktım ve tam o zaman diliminde gözlerimi yumdum.

Omzumdan dürtülmemle zihnim, yeni perdeye açılmaya başladı. "Afitap, kalk." Yaad'ın yüksek olmayan, fısıltı diyebileceğim sesi ninni gibiydi. Anlamsız mırıltılar çıkarıp kırlentle yüzümü kapattım.

Kırlent yüzümden çekilip vücudum döndürülünce dünyam aydı ve bu, göz kapaklarıma kamçı misali indi. Elimle gözlerime siper yaptım. Elim, kırlenti kapmak için rastgele havayı mıncıklarken dilim huysuzca söyleniyordu.

"Asaf, beni sinir etme. Işığı kapatıp kırlentimi bana ver!" Uykulu uykulu ne kadar sesli ve net olabilirse, o kadar sesli ve netti sesim.

"Sofrayı hazırladım, gel hadi."

Derin bir of çektim ve hemen düşünmeye başladım.

Aç mıydım?

Elimi karnıma koydum.

Uykumdan feragat edecek kadar değil, diye düşünürken karnım guruldadı.

Surat düşme denen olayı somut olarak yaşadım. Dudaklarım sarktı, yanak kaslarım kendini bıraktı, gözyaşlarım 'Gitçez biiiz!' diye bağrışmaya başladılar. Kederimi yaşarken vücudumun üst kısmı da kendini kanepeden attı. Suratım işte tam da bu anda cidden düştü.

"Ah!" Burnun yapı gereği daha önde olmasıyla sadece burun hasarıyla yırtmıştım ama bu, acı çekmeme engel değildi. Canım acıyordu ve lanet olası Yaad efendi, yan tarafımda kıs kıs gülüyordu.

Şeytan diyor, bir çarp!

Çarpma kız, Allah taş eder. Hoş çarpsan da çocuk taş gibi, kendiliğinden çarpılırsın ya neyse.

Hızla kafamı ona dönüp 4 numaralı ölümcül bakışımı attım. Alması gereken mesaj 'Gülmeyi kes, yoksa beddua ederim ha!' idi fakat o gülmeye, pardon kahkaha atmaya devam etti. Ben, iki elim zeminde yan yan ona bakıp burnundan solumak deyimine yepyeni bir boyut kazandırırken o, en nihayetinde susup elini uzattı. "Hadi, tekrar soğumadan yiyelim yemeğimizi."

Ne mi yaptım?

Eline ters bir bakış atıp adeta ellerim üzerinde yürüdükten sonra- sadece üst kısmım tabii- sırasıyla elimi kanepeye koydum ve onlardan destek alarak doğruldum. "Gül sen, gül. Gün gelir, devran döner; ben de sana gülerim." deyip mutfağa gittim.

Daha önce Yaad efendi ile bir anlaşma yapmıştık. Ben evimde başka birini istemediğim için haftada üç gün sadece temizlik için bir kadın gelecekti eve. Kahvaltıları Yaad efendi hazırlarken akşam yemeğini de ben yapıyordum. Ev, aşırı büyük bir ev olmadığından düzenli birine gerek de yoktu bence.

Zenginlik içinde doğmuştum ben. Ailemin, sadece dış ticaretle ilgili olduğunu bildiğim bir şirketi var. Bunca yıl üç katlı, içinde hamamına kadar birçok lüksü barındıran bir malikânede yaşadım. 18 yaşında hediye olarak –araba kullanmak hakkında en ufak bir fikrimin olmadığı bir yaştan söz ediyordum- sadece pahalı ve Porsche marka olduğunu bildiğim bir araba verdiler. Mezuniyet hediyem, lüks bir semtten alınan dubleks bir ev oldu. Fakat ben bu kadar lüksün aşırı olduğu kanısındaydım. Paraya değer vermeyen biri değildim, parayı seviyordum ama aşırısının da çok da gerekli olduğunu düşünmüyordum.

İşim var mıydı? Vardı. Arabam var mıydı beni idare edecek kadar? Vardı. Yıkık dökük olmayan, insan yaşayabilecek kadar sağlam ve yeterli genişlikte bir evim var mıydı? Vardı. Gerisi teferruat diye düşünüyordum.

Fakat ailemin durumu son zamanlarda kötüleşmişti. Şirket iflasa doğru emin adımlarla giderken bunun arkasında elinde silahla erkek kardeşim duruyordu.

Hâlâ ona erkek kardeşim mi diyorsun cidden?

Yunus'u on yaşımdayken tanıdım. O da sekiz yaşlarında bir sokak çocuğuydu. Küçükken yüksek düzey şımarık ve istediği yapılmadığında ortalıkta terör estiren küçük bir bombaydım. Her sevdiğim şeyi ister ve aldırırdım. Yunus'u da sevmiş ve istemiştim. Bir oyuncak kadar kolay olmadı eve getirmek ama nihayetinde başarmıştım.

Büyük sorumluluktu. Annemler birçok pedagog ve psikologla görüşmüştü. Eh, öyle kolay değil evlat edinmek. Hele ki bir sokak çocuğunu...

Sorunlu geçen yıllarımızın meyvesini yıllardır huzur olarak yedik fakat bu hikâye de sarpa sarmaya başlamıştı neden olduğunu bilmeden. Son yıllarda Yunus'un bize olan nefretinin –doğrusu bu nefret mi, emin değildim- somut örneklerini görmeye başlamıştık. Hiçbirimiz anlam veremesek de sineye çektik, en sonunda durum şirket iflasına kadar gelmişti.

Tahmin edildiği üzere de iflasın çaresi, benim Yaad ile evlenmem oldu. Eğer o eve Yunus benim zorumla gelmemiş olsaydı bu evlilik kati surette gerçekleşmezdi. Ne olacaktı ki? Çok şükür işim vardı. Lüks içinde olmasa da bir şekilde geçinir giderdik.

Velhasıl kelam, sırf vicdan yükümden dolayı teklifi kabul ettim ve şu anda mutfağımızda oturmuş, Asaf'la birlikte yemek yiyordum.

Garipti, çok garip...

DuvarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin