Bölüm 16

1.1K 50 10
                                    

Yusuf Ali Asaf

Ne kadar öyle sarılarak durduk, bilmiyordum. İlk önce sel gibi akan gözyaşları yavaş yavaş durulmuş, sonra da kolları cansız gibi yanlara düşüvermişti.

Ne olur ne olmaz diye nabzını yokladığımda normal olduğunu fark edip rahatladım. Sırtını ve başını ellerimle destekleyip usulca yatağa yatırdım.

Birkaç saniye onu uyurken seyrettikten sonra saçlarını geriye atıp yüzündeki yaşları ve burnunu sildim.

Evin sıcaklığı iyi olduğundan sadece ince örtüyü üzerine çekip mutfağa gittim. Aslında dışarıda yemeyi düşünsem de o uyurken yemek yapmamın daha doğru olduğuna karar verdim.

Dolaba baktığımda balık görmediğimden kırmızı et çıkarıp onla bir şeyler yapayım, diye düşündüm. Hem de sağlık için kırmızı et vazgeçilmezdi.

Fakat ne yapacağımı bilmiyordum. Hayatım boyunca yemek yapmamıştım. Yaptığım en alengirli şeyler kahvaltı için krep falandı. Evlenene kadar bıçak tutmuşluğum yoktu resmen. Ayrıca et de buzluydu. Muhtemelen öyle yağda kavursam suyu çözüleceğinden yağ her tarafa sıçrardı.

Çağımızın süper kahramanı olan internette hemen bir şeyler arattım. Gözüme en kolay gelen tarifi kestirip yapmaya başladım. Ne kadar su ile çözmeyi önermese de en hızlısı o olduğundan yaptım.

Yaklaşık yarım saat sürmesi gereken hazırlama, fazlasıyla zamanımı almıştı. Ben malzemeleri doğrarken et zaten kendiliğinden çözülebilirmiş esasen...

“Hay ben böyle işe...”

“Sen n'apıyorsun?” diyen sesle yerimden sıçradım. Sanırım soğan doğramaya fazla odaklanmıştım.

Gözünü ovuşturan çıplak ayaklı kadına kısaca bakıp işime döndüm. “Yemek yapmaya çalışıyorum.”

Yanıma geldi ve diğer doğradığım malzemelere baktı. “Bunlar ne? Böyle niye doğradın? Ne yapacaksın?” Sesi, ona vuran gözyaşı sellerinin etkisini taşıdığından çatallıydı.

“Sote. Yemeklik doğrayın, diyordu.”

Şişmiş ve kızarmış gözlerini kocaman açarken bana döndü. Bana dönmesi o kadar aniydi ki ben de işimden başımı kaldırıp bakmıştım.

“Asaf! Allah aşkına, ben yemeklere böyle mi doğruyorum? Sen boşuna zahmet edip birkaç parçaya bölmüşsün sebzecikleri.”

Kollarını sıvadı. “Çekil, ben yapayım.”

Hemen ellerimi uzaklaştırdım ondan. “Salona geç sen. Ben hazırlayacağım.”

“Asaf, inat etme. Bu yemeği yiyip yiyemeyeceğimiz bile meçhul.”

Hemen itiraz ettim.

“Afitap, git içeriye hadi. Sen dinlen. Bugün ben hazırlayacağım yemeğimizi.”

Ellerini beline koyup burnunu kaldırdı. “Asaf, düşünmen yeter, inan bana. Hatta uygulamaya koymaman, daha bir makbule geçer. Bırak şunu.”

Uzun ısrarlarına rağmen kabul etmeyince “Tamam, şöyle yapalım. Sen ete bak, ben de kalanları ile ilgileneyim.” diye öneride bulundu. Geriye pek bir şey kalmadığından kabul ettim.

Koyduğu etleri kontrol ederken o da benim bıraktığım soğanı tamamlamış, ardından daha önce doğradıklarımın üstünden geçmişti.

Yaklaşık bir saat sonra Afitap'ın yardımıyla yaptığım pilavdan sonra sofraya oturduk.

Geçen günlerin aksine bu defa insani düzeyde yemek yiyordu. Pilav üstü et yapmış, tabağını neredeyse doldurmuştu.

“Bugün benimle konuşacağını söylemiştin.” dedi salataya uzanırken.

DuvarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin