Bölüm 18

970 41 6
                                    

Afitap

İlaç tedavisinden hemen sonra ameliyat olacaktım. Doktorun odasından beraber çıktığımızda ağlamıyordum. İşin açığı, bir anda her şey değersizleşmişti sanki, ağlamak için bir sebep görmüyordum. Neden böyle olduğunu bilmiyordum ama kendimi film karakteri gibi hissetmekten de alamıyordum. 

"Yemek yiyelim." Yaad'ı kafamla onayladıktan sonra  beraber arabaya binmiş, kilometrelerce alanı geride bırakmaya başlamıştık. Hâlâ sebebini anlamadığım bir şekilde boş hissediyordum. Derin bir nefes aldım yaşadığımı hissettirecek.

"Korkmanı gerektirecek bir şey olmadığını söyledi doktor. Endişelenme." Sesini duymamla çok yavaş bir şekilde Yaad'a döndüm, o da kısa süre bana baktıktan sonra kafasını yola doğru çevirmişti. 

"Korkmuyorum." Derin bir iç çektikten sonra yine yavaş hareketlerle önüme döndüm. "Korktuğum için değil..." Dışarıyı izledim biraz. Durumumu anlatabilecek kelimeler seçmek istedim. "Bilmiyorum." Derin bir iç daha çektim. "Garip... Ben..." Derin bir iç çekip Yaad'a döndüm. "Emin değilim ama..." Gözlerimi birkaç kez kırpıştırdım. O sırada Yaad da bana dönmüştü. "Galiba ölmekten korkmuyorum artık."

Kaşlarını çattı. "Ölümü düşünmen sana bir şey kazandırmaz. Bu kadar umutsuz olma."

"Aslına bakarsan..." Yüzümü çevirmedim, herhalde şu zamana kadar -konuşma yaptığı zamanı saymazsak- bu kadar uzun bakmamıştım. "Umutsuz değilim. Sorun şu ki umutlu da değilim. Sadece..." Derin bir iç daha çektim. Sanırım bugün daha çok çekecektim. "Hissiz gibiyim. Her duygudan arınmış... Belki de ne hissedeceğimi bilmediğim için ne hissedeceğime karar verememişimdir." Dudağım yukarıya doğru alayla kıvrıldı.

"Belki de bir nevi şoktasındır."

"Belki de..."

Kafamı çevirip dışarıyı izlemeye koyuldum. Zaman geride bıraktıklarımız gibi geçip gidiyordu. Daha dün okula yeni başlayan ağlak bir kız çocuğuydum. Şimdi de öyleydim ama yaşım çoktan 27 olmuş, sayısız anı yaşamış, hayatıma insanlar almıştım. Lösemiyi atlatmıştım, kanserle yüzleşiyordum. Camı açıp rüzgârın tenimi yalayarak dertlerimi temizlemesini istedim. Çok az açılmış camla birlikte ben de derin bir nefes aldım. 

Salim kafayla düşününce panik yapmamı gerektirecek bir şey yoktu. Doktorum gayet umutlu konuşmuştu. Ama beyin ameliyatı oluşu korkutucuydu. Beynimden istenmeyen bir şey çıkaracaklardı ve bunu betimleyebilecek tek kelime korkunçtu, korkunç.

Araba durup da içeriye girdiğimizde bir hostes bizi uygun masaya yönlendirmişti. Hafifçe tebessüm ederek menüleri uzattı. Bakmadan tavuk salatası istedim. Canım çok bir şey istemese de kendime iyi bakmak adına bir şeyler yemeliydim.

"İçecek ister misiniz?"
"Su, lütfen."

Yaad, babaannelerin gözlüklerinin üstünden bakması gibi menünün üstünden bakıp onaylamayan bakışlar attı. Ben de kafamı boğaz manzarasına çevirdim. Su sesinin huzur vermesi ile diğer tüm seslerden sıyrılmak zorundaydınız. Suyun görünüşü bir parça rahatlatıyordu. Bu da yorgun ruhuma ne kadar merhem olurdu, bilmiyorum.

"İlk izleniminle şu anki hâlin hiç uyuşmuyor." Yaad'ın dediğini elbette ki duymuştum. Her şeyden sıyrılacak kadar soyutlanmamıştım, sadece ne yapacağını bilmez ruh hâli üzerimden kalkmamıştı.

Yüzümü ona döndüm; kollarını göğsünde kavuşturmuş, spor salonunun hakkını vermiş pazuları daha da şişmişti. İri bir adamdı, 180'lik boyumla benim bile yanımda uzun ve iri kalıyordu, 8 santimlik topuklularımla burnuna kadar geliyordum. Neredeyse 2 metre boyu vardı. Sere serpe oturmasına karşın sandalyenin üstünde hattı sayılır parçası görünüyordu.

DuvarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin