Bölüm 50

743 37 2
                                    

Keyfini cikarin.

Afitap

Hastane köşesinde beklerken herkes perişan hâldeydi. Asaf'ı ilk kez böyle yıkılmış görüyordum. Görünüşte çok ters giden bir şey yoktu; sadece kravatı emaneten boynunda duruyordu, gömleğinin kollarını dirseğine kadar kıvırmış, üstten birkaç düğmesini açmıştı ve saçları dağınıktı. Ama omuzları çökük, gözleri fersizdi. Saatlerdir burada bekliyorduk sanki ama ne gelen ne giden vardı. Bu sürede Asaf oturmamış, sürekli oradan oraya yürüyordu.

Koluna dokundum. "Hadi otur artık." diye fısıldadığımda bakışları ilk ona dokunan elime, sonra da yüzüme kaydı. Terslemedi, yalnızca "Böyle daha iyi." diye yanıt verdi. Elimin altındaki kolunu biraz sıktım varlığımı hissetmesi için. "Bak annen de perişan, biraz birbirinize destek verin." Elimi sıkıp gevşetirken saatlerdir bol bol yaptığı gibi yüzünü sıvazladı sertçe ve annesine bakış attı. Haklı olduğumu görünce yanına gidip annemden bakışlarıyla uzaklaşmasını istedi. O annesine gidip sarılırken kadının bir süre önce durmuş olan ağlaması tekrar baş gösterdi. Onlara özel alan tanımak adına annemi alıp kantine inmeye karar verdim. Yolumuzu kesen korumalara gerekli açıklamayı anlatınca bizimle birlikte indiler.

Annem de dolan gözlerini silmiş, bitkince kendini sandalyeye attı. Orada bir müddet vakit öldürdükten sonra yukarı çıktık. Ablası da gelmiş, kocasına sarılmış bir vaziyette ağlıyordu. Asaf ile annesi ise mevcut pozisyonlarını korkuyorlardı. Vakit ilerleyince babam ve Yunus da gelmiş, bizimle beklemeye başlamışlardı. Annesinden ayrılınca Asaf'ın yanına gittim. Kendi yerini tüm itirazlara rağmen annemle babama vermiş, kendisi bir duvar kenarını tercih etmişti. Ben de uydum bu tercihine. Oturunca göz ucuyla bana bakıp tekrar ayakkabılarının ucuna çevirdi bakışlarını.

Onu böyle görmek, boş tarafa karşı uyumaktan daha da huzursuz hissettiriyordu.

Tüm cesaretimi toplayıp dizinin üstündeki elini tuttum. Sonuçta o da zor zamanımda yanımda olmuştu, değil mi? Ayrıca onun değil, benim Türkan Şoray kanunlarım vardı.

Bakışları bana döndü. Hafifçe tebessüm edip elinin sırtını okşadım. "Eminim iyi olacaktır; arkadaşın da söyledi, şu anlık endişelenecek bir şey yok."

"Olmuyor... Onu hep dimdik görürken böyle hastane köşelerinde beklemek çok koyuyor."

"Anlıyorum seni ama kalktığında da oğlunu ve ailesini böyle görmek onu sevindirecek mi sanıyorsun?" Bakışları hâlâ o beş yaşındaki çocuk gibiydi ve aylardan beri ilk kez Asaf'ı böylesine çaresiz ve ağlamaya yakın görüyordum.

Dizlerimin üstünde yükselip kollarımı boynuna sardım. Şaşkınlık bile yaşamadan, sanki bunu bekliyormuş gibi ellerini iki yanıma koyup kucağına çekti beni ve kollarını belime sardı. Kendini kastığını hissederken yüzünü önce omzuma, sonra da boynuma gömdü. Kendimi geri çekme isteğime ket vurup sarıldım.

"O benim yıkılmaz çınarım, korunaklı evimdi. Şimdi savunmasız, saldırılara açıkmış gibi hissediyorum. Onca yıl boşuna gitmiş gibi... Ben hiç büyümemişim gibi..."

"Çünkü yüz yıl da geçse o hâlâ baban olacak, sen de onun oğlu olacaksın." Sözlerimle ellerini daha da sıkılaştırdı. Bir süre bu pozisyonda sessizliği paylaştık.

Sahte öksürük sesiyle başımı geri atmaya çalışırken Asaf beni kenara bıraktı.

"Asaf Bey, bir adam geldi. Afitap Hanım'la görüşmek istediğini söyledi." Bunu bana demen gerekmez miydi?

"Kimmiş?" diye sordum. Bana cevap vermese de Asaf'ın tek işaretiyle ağzını açtı. "Halil dedi, efendim. Şey..." Kaşlarım çatıldı. Hayatımda tek bir Halil olmuştu. "Ne, Timuçin?"

DuvarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin