Kar, etrafı yavaşça beyaza bürüyordu. Geniş ovanın içinden dağlara doğru yürüyen iki genç vardı. Soğuktan titriyorlardı ama durmak istemiyorlardı.
-Bu açıklıkta durursak birilerinin bizi bulacağı kaçınılmaz olur. Daha güvenli bir yere gitmeliyiz.-
Katsu ve Hanae el ele tutuşuyorlardı. Bu hareketin altında derin bir anlam yoktu. Sadece soğuğun ortasında bulabilecek tek ısı kaynağı birbirleriydi.
Harabeye dönmüş kasabaları tepenin arkasında kalmıştı. Tepenin ardından, geceden kalmış bazı küçük alevlerin dumanı yükseliyordu.
Hanae'nin gözü ilerideki bir yel değirmenine takıldı.
[Hanae: Şurada biraz dinlenebiliriz!]
Katsu ve Hanae, yel değirmenine doğru yürüdü. Neredeyse öğle saatleriydi. Sert soğukta 2 saattir aralıksız yürüyen ikilinin bedenleri yorgun düşmüştü.
Yel değirmeninin eski tahta kapısı gıcırdayarak açıldı. Katsu, önden girip içeride birinin olup olmadığını kontrol etti. Kimsenin olmadığını görünce Hanae'ye seslendi...
[Katsu: Gelebilirsin Hanae.]
Hanae, ağır adımlarla içeri girdi ve öğütme taşının yanına yaslandı, kollarını sıkıca kavuşturdu. Katsu, Hanae'ye baktı ve titrediğini gördü. Duvarda asılı boş buğday çuvalları ve ipler vardı. Katsu, bunları kullanarak giyecek bir şeyler yapabileceğini düşündü. Çuval ve ipleri alan Katsu, bir sandık gördü. Sandığı açtığında içinden bir çakı ve bileme taşı çıktı. Çakıyı alıp giysileri yapmaya başladı. Yaşadıkları bölgenin kışı, şu an olduğundan daha soğuk bir hal alacaktı. Dayanıksız bedenleri için ölüm kaçınılmaz olurdu.
Katsu, sandığın üzerine oturup çuvala kol ve kafa delikleri açtı. Bu deliklerin etrafına küçük delikler açtı, bu delikleri kol eklerini ip ile bağlamak için kullanacaktı.
Hanae, kafasını kaldırıp bir şeyler yapan Katsu'yu gördü. Ayağa kalkıp yardım etmeye başladı. İkisi de ölesiye aç olduklarının farkındaydı ancak bu değirmende bir çuval bile buğday yoktu. Olsa bile onunla yapabilecekleri bir şey olmazdı.
[Hanae: Çok acıktım...] (Ağlak bir sesle)
Hanae'nin bu durumda mızmızlanmasını normal karşılıyordu Katsu. Hanae henüz 5 yaşında bir çocuktu sonuçta.
[Katsu: Kıyafetleri bitirdikten sonra bir şeyler bulmaya gideriz.]
Yaklaşık 2 saatin ardından 2 adet 3 katlı çuvaldan oluşan kıyafetleri bitirdiler. Üstlerindeki yırtık kıyafetlerin üzerine giydiklerinde onları daha sıcak tutacaktılar.
Katsu, tahta kapıya ilerleyip Hanae'ye baktı.
[Katsu: İstersen burada kalabilirsin. Biraz yemek bulup geleceğim.]
Hanae yerinden fırlayıp Katsu'nun elini tuttu.
[Hanae: Olmaz! Ben de geleceğim!]
Katsu, sıcak bir gülümsemeyle ona baktı. Kapıyı açtı ve dışarı çıktılar. Dışarıda ilk gördükleri şey...
-G- Goblinler!?-
Goblin sürüsü, değirmenin etrafını kuşatmıştı. Katsu, genelde sadece geceleri avlanan bu yaratıkların burada ne işi olduğunu bilmiyordu.
-Çoktan burayı terk etmiş olmalıydılar!- Katsu'nun aklından geçen şey buydu.
Bir anda tüm zaman donmuş gibi hissetti. Kafasında garip fısıltılar duymaya başladı. Gözlerinin önündeki manzara kayboldu ve öldüğünde gördüğü boşluğa benzer bir boşluk gördü. O ışık, tekrar karanlığın içinden onu izliyordu. Katsu konuşamıyordu.
Işığın içinden bir el uzandı ve Katsu'ya dokundu.
[???: Gitmek istediğin yolun sonuna gelmiş gibi görünüyorsun. İçindeki cadı ruhu, yaratıkları kendine çektiği için kendinizi köşeye kıstırdınız ve öleceksiniz. Eh, tabii bu ruh normal bir cadının ruhu olsaydı anca küçük balçıkları çekerdi, ama bu ruh benim ruhum olunca çevrendeki en büyük yaratığın bile ağzı sulanıyor!]
Katsu, kendini zorlayıp konuşmaya çalıştı. Ağzından birkaç kelime çıkmıştı...
[Katsu: Kimsin... sen...?]
El yavaşça geri çekildi.
[???: Henüz kendimi açığa çıkaramam ancak hayatta kalmak için sana ihtiyacım var, bu yüzden sana kutsamamı vereceğim. Gitmek istediğin rotada sana yardımcı olacak ve hikayenin gidişatı hakkında olan merakımı dindirmene yarayacak. Mevcut bedeninin kaldırabileceği tek şey, 5 metre kadar ışınlanmak. Goblinlerin üzerine koşarken seni arkalarına ışınlayabilirim ancak arkadaşın orada kalacak. Kaçman için bir yem gerekiyor.]
Katsu hareket etmeye çalıştı.
[Katsu: Onu arkada bırakmayacağım! Onu kurtarıp ölmeyi yeğlerim! Hem hayatta kalmak için bana ihtiyacın olduğunu söylemiştin, değil mi? Öyleyse ikimizi de kurtarmazsan öleceksin demektir!]
Katsu, cadı olduğunu düşündüğü şeye güzel bir teklif vermişti.
[Cadı: Bedenin ikinizi de ışınlamaya dayanamaz ancak bir parçanı bana vererek durumu eşitleyebilirsin. Gözlerinden biri ya da kollarından biri gibi. Bana verdiğin parçayı bir daha kullanamayacaksın.]
Katsu, kendi seçtiği rotada Hanae'nin zarar görmesini istemediği için düşünmeden cevapladı...
[Katsu: Sağ gözüm senindir cadı! Benden alabileceğin ilk ve son parçam budur!]
Işık yavaşça soldu ve cadı tekrar konuştu...
[Cadı: Fuhuhuhu... Öyle olsun...]
Katsu'nun önündeki boşluk anında kayboldu ve gerçekliğe döndü. Döndüğünde hissettiği şey sert soğuktan daha büyük bir şeydi. Sağ gözündeki dayanılmaz acıyla çığlık attı. Gözünden damlayan kan, yerdeki beyaz karı kızıla boyuyordu. Goblinler, çığlığın etkisiyle irkilip birer adım geri attı. Hanae, korku içinde Katsu'ya bakıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kristal Gül Serisi 1: Dünyanın En İyi Light Novelinde Normal Bir Gün (1. Kısım)
FantastikEskiden her türlü sporda çok yetenekli olan Sasaki Katsu isimli genç, bir gün bir trafik kazası geçirir ve belden aşağısı felç kalır. Artık eski hobilerini yapamayacak durumda olan Katsu, kendini yazarlığa adar. Aylar sonra ilk romanının sonunu nası...