Bölüm 51 "Kabullenmek"

2K 119 46
                                    

Kapım tıklatıldığında saatlerdir tek gözle okumaya çalıştığım kitabı bir kenara bıraktım. Doruk benim için polisiye türünde bir kitap seçmişti okumak keyifliydi ancak bir gözümün %95'i görmezken beni epey zorlamıştı.

"Yemeğini ve ilaçlarını getirdik." Doruk ile Yücel odama girdiğinde onları süzdüm Doruk bir kot ve tişört Yücel ise iki gündür gördüğüm adama göre kendini toparlamış tıraş olmuş ve her zamanki gibi takım elbiselerinden birini giymişti. Onu karşımda dinç görmek beni rahatlattı.

Doruk'un gelmesini anlamıştım çünkü bana yemeğimi kendi elleriyle yedireceğini söylemişti ama Yücel niye geldi onu anlamamıştım.

Yücel kenara bıraktığım kitabı alıp yatağın çaprazında kalan ikili koltuğa rahatça otururken Doruk da yanıma yatağa oturmuş tepsiyi aramıza bırakmıştı.

Tabağı görünce sormadan edemedim. "Beraber mi yiyeceğiz?"

"Yoo neden ki?"

"E iki kişilik yemek var bu tabakta hem bu çorba neden bu kadar garip kokuyor?" Normalde yemek seçmesem de bu çorba daha tadına bakmadan benden eksi puan almıştı.

"Bu çorba Samet abinin özel çorbası biz hasta olduğumuzda hep yapar o da askerdeyken öğrenmiş iç bak hemen iyileştirecek seni." Önce kırmızı renkli çorbaya sonra Doruk'a baktım bana büyük gözlerle bakıyordu. Belki yardım eder diye Yücel'e çevirdim bakışlarımı ama beyefendi bana gülmekle meşguldü.

"Sen ne gülüyorsun öyle? Hem belki alerjim vardır benim ne var bu çorbanın içinde?"

Yücel şüpheyle bana baktı. "Senin neye alerjin var ki?" Hiçbir şeye yoktu kahretsin!

"Ya sen söyle içindekileri ben alerjim olup olmadığını söylerim." Çabaladım ama Yücel oyuna gelmedi.

"Samet tarifini gizli tutuyor. Askeri bilgiymiş söylemez kimseye." Bak bir de gülüyor. Adam düpedüz dalga geçiyor benimle.

"Hadi abla benim için iç bak iki güne iyileştirir bu çorba seni." Kokusu güzel gelmeyen hiçbir şeyi yemezdim ya da içmezdim. Kokulara karşı ayrı bir hassasiyetim vardı ama lanet olsun ki kardeşimi kıramadım. Yenilgiyle başımı salladığımda Doruk gülümseyerek bana ilk kaşığı uzattı.

Bu surattaki gülümsemeye değerdi işte.

Korka korka kaşıktaki çorbayı içtiğimde tadını fazla almamak için hemen yuttum ama bu tadı almamak mümkün değildi. Önce baskın bir sarımsak salça karışımı bir tat gelmiş ardından yuttuğum lokma geçtiği her yeri yakmıştı. Çok acıydı acıdan başka hiçbir tat alamamıştım.

Doruk sesimi çıkarmadığım için art arda birkaç kaşık daha içirdiğinde artık tat alma duyumu tamamen kaybetmiştim ve alışık olmadığım acı derecesi beni ağlatmaya burnumu akıtmaya yetmişti. Seslice burnumu çekip göz yaşlarımı sildim.

"Abla sen ağlıyor musun?" Doruk'un şaşkın sesi Yücel'in elindeki kitabı aceleyle bırakıp yanıma gelmesine sebep oldu. "Direnç noldu canın mı acıyor? Doktor çağıralım mı?"

Nasıl bunu sorabiliyordu bu çorbanın ne kadar acı olduğunu bilmiyor muydu bu ikisi?

"Acı" gözyaşlarım arasından tek söyleyebildiğim kelime buydu. Dudaklarımı aralamış ağzımdan nefes alarak acıyı dindirmeye çalışıyordum ama yemek borum dahil her yer yanıyordu.

Yücel kaşlarını çatarak Doruk'un elindeki kaşıktan bir yudum aldı. Elmas gözleri anında açılırken bir yandan öksürüyordu.

"Bu gerizekalı ne kadar acı koymuş bunun içine? Doruk koş ablana süt getir acısını alsın."

SENGERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin