Göğsümdeki alevler aklımdaki karanlığa çare olmuyordu. Belki bundandı hava hala aydınlık olmasına rağmen zifiride yürüyor gibi hissetmem.
Ne kadar kırgın da olsam mezarlığa girmeden bir buket lavanta almıştım. Beni doğuran, 21 yaşıma kadar büyüten annemin hakkını hiçbir zaman ödeyemezdim. Baba dediğim adamın sevgisinin eksikliğini hissettirmemek için hayatı boyunca didinip durmuştu. Başarılı olamasa da bunları göz ardı edemezdim.
Çakıllı yolda yavaş yavaş ilerledim sanki buraya gelmek için arabamın gaz pedalına yüklenen ben değilmişim gibi hareket ediyordum. Sonunda annemin mezarının başına geldiğimde mermer ile çevrelenmiş toprağa ardından mezar taşına baktım sanki ilk bakışımmış gibi.
Usulca annemin başucuna iliştim. Adının kazılı olduğu mezar taşına nefretimi, acımı kusamayacağımı biliyordum. Ben öylece bakıp düşüncelere dalacak annemin yattığı yerden beni anlamasını ümit edecektim. Benim yüzleşmem de buydu.
Boş bir çabayla içimden geçirdim.
Neden anne? Neden benden sakladın? Söylemek için onca zamanın oldu çoğu gece hastane odasında bir başımızaydık neden anlatmadın? Neden babasız büyümeme beni sevmeyen bir adamın sevgisi için gözlerinin içine bakmama müsaade ettin?
Nasıl yaptın? Nasıl beni bu ihanete alet ettin? Biliyorum şu hayatta beni en çok sen sevdin ama bana en büyük kötülüğü neden hep sen yaptın anne? Önce beni o odada mecbur bıraktın şimdi de beni ihanetine ortak ettin. Neden tüm günahlarının yükünü bana da yüklüyorsun? Kaldıramıyorum görmüyor musun? Her gece omuzlarım nasıl sızlıyor bilmiyor musun?
Bilmiyorsun.
Ah anne.. her şeye rağmen teşekkür ederim benden nefret etmediğin, beni sevdiğin için.
Gözlerimin dolduğunu hissettim ama yaşlarım akmadı, kırpmadan öylece mezar taşına bakmaya devam ettim. Hiçbir soruma cevap alamayacaktım yine de biraz olsun rahatlamış hissediyordum. Elimdeki lavanta buketini toprağın üstüne bıraktım ve oturduğum mermerden ayağa kalktım. Gitme vaktim gelmişti.
Yoldayken hastaneye, Duygu'nun yanına uğrayıp iyi olduğun gözlerimle görmek istemiştim hala bebeği için endişeleniyordu ama toparlamış duruyordu. Sonra da marketten mutfak için bir şeyler almıştım.
Market poşetleriyle eve girdiğimde Ayaz'ın hala gelmediği evin boğucu sessizliğinden anlaşılıyordu ama artık alışmam gerekti zaten taşınacağını söylememiş miydi? O gidince yalnızlığıma kaldığım yerden devam edecektim.
Odama ilerleyip üstüme bir şeyler geçirdim sonra banyoya geçip elimi yüzümü yıkadım yorgunluğumu atmak ister gibi, saçımı topuz yapıp banyodan çıktım.
Yemek yapmayı planlıyordum belki biraz olsun havam değişir kafam dağılırdı. İki kişilik karnıyarık ve pilav yapmayı düşünüyordum yanına da cacık güzel giderdi. Önce patlıcanları çizgili soyup içini biraz açtım ve tuzlu suyun içine attım. Bu sırada da kıymalı iç harcı pişirmeye koyulmuştum. İç harç hazır olduğunda patlıcanları sudan çıkarıp kuruladım ve kızdırdığım yağda kızarttım sonra içini doldurup domatesli sosla fırına biraz daha pişmesi için koydum. Yanına hızlıca pirinç pilavı yaptıktan sonra cacık yapmaya üşendiğim için yoğurdu yanında normal yemeyi planlamıştım. Pilav dinlenirken yemek de pişmişti ama pencereyi ne kadar açsam da üstüme yağ kokusu sinmişti. Gerçekten bu kokudan midem bulanıyordu sırf bu sebeple kızartma yemeklerini yapmayı sevmezdim.
Saat akşam 7 olmak üzereydi. Banyoya girip hızlı bir duş almayı denedim ama en hızlı duşum 20 dakika olduğu için bu biraz zordu.
Banyodan üstümde bornozum, saçlarımda havluyla çıktığımda önümdeki karaltı yüzünden neredeyse altıma kaçıracaktım. Çığlığıma zor mani olmuştum. Ayaz benim odamdan çıkarken koridorda karşılaşmıştık ve aydınlatmalar açık olmadığı için korkmuştum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SENGER
General FictionAilesi için her şeyi göze alabilecek, zekası ve cesaretiyle kendine hayran bırakan toprak gözlü bir kadının prangalarından, maskelerinden ve acılarından kurtulmasının hikayesi.