68. Bölüm

291 26 8
                                    

Çok derin acılar anlatılmaz. Anlatırsan unutamazsın, unutamazsan çıldırırsın.

İnsanı en çok bozguna uğratan şey, kötü şeylerin hep en güzel anlarda bizi bulması. birkaç saat önceki güzel anlara dönemiyor olmak ve 'pat' diye içine düştüğümüz bu vahşeti kendimize açıklayamamak ve anlam verememek dehşet verici. Aklımı yitirmiş gibiyim, bomboş gözlerle etrafıma bakıyorum.

Üzerinde 'Ameliyathane' yazan kapının karşısındaki koltuklardan birine oturan Ece'nin yanında durdum, sırtımı hastanenin beyaz boyalı duvarına yasladım. Karşımda kafese kapatılmış bir kaplan gibi sağa sola volta atan Yılmaz'a kayıyor bakışlarım.  Ona yaklaşamıyorum. "Her şey yoluna girecek" diyemiyorum. Çok korkuyorum. Herkes kendi acısında sanki, göz gözü görmüyor gibi. Kazım baba, Kadir, Mert... hepsi Nazlı'yı kaybetmekten  korkuyor.

Ece...

Tek başına dünyayı sırtlamış gibi çöktü omuzları. oturduğu yerden kamburlaştı, öne doğru eğildi ve elleriyle yüzünü kapattı. Ellerimi onun omzuna koydum ve önüne geçip  dizlerimin üzerine çökerek yüzüne bakmaya çalıştım.  "Ece..."

Başını iki yana, inanamıyormuşcasına salladı.  "Birkaç saat önce yanımdaydı... Dans ettik. Şimdi..." Hıçkırıklarıyla sözü kesildi. Ses tonu içimi dağladı. "Onu affetmediğimi söyledim, Afra. Ya bir daha konuşamazsak? Söyleyecek çok şey vardı ama ben, aptal gibi sustum." 

Zamanı geriye alamamanın çaresizliği bu.

Ece'yi teselli edecek hiçbir kelime çıkmadı dudaklarımdan. Acıdan başka her şey yalan ve Ece'nin canını yakmadan kurabileceğim tek kelime yok.

İçimden durmadan "bugünü atlatalım, bugün bi geçsin" diye geçirdim. Sanki bugünü atlatırsak her şey düzelecek. Biz iyi olacağız. 

Ne olur Nazlı ve Ahmet iyi olsun!

Bu hastanenin soğuk ve ölüm kokan koridorunda bekleyen bu insanlar, bu acıya hazır değiller.

Ne aptalca. Kim sevdiklerini kaybetmeye hazır ve razıdır ki?

Yaklaşık on kişinin beklediği hastane koridorunda çıt çıkmazken aniden, telaşlı bir şekilde bize doğru gelen ve endişeli bir sesle "Yılmaz!" Diyen kadına döndüm.  Hızlı adımlarla gelip Yılmaz'ın karşısında duran Farah, benim yaklaşık bir saattir yaklaşamadığım adama hiç düşünmeden sarıldı ve ağlamaklı bir sesle "çok üzgünüm" diyerek biraz daha sıktı Yılmaz'ın omuzlarındaki ellerini. 

Birden korkunç bir his doldu içime. Belki çok bencilce, belki şu an içerde ölüm kalım savaşı veren iki kişi varken benim kalbimin Yılmaz'ın acısıyla olması insafsızlık ama elimde değil engel olamıyorum.

Ben öylece aynı yerde dururken Yılmaz yavaşça ellerini Farah'ın kollarına yerleştirip kibarca uzaklaştırdı kendinden.   "Benim kardeşime bunu kim yaptı Farah?" Diye sordu Yılmaz. Bu öylesine bir soru değildi, belli ki Farah bu konularda baya bilgi sahibi. 

Ben Farah'ın darma dağın hallerine bakarken ve bu kadın neden düğünde yoktu? Diye ani bir soru işareti ile kendi içime gömülürken, O, Yılmaz'a cevap verdi.  "Cengiz'in attığı plakayı araştırdım, kumarhaneci Orhan Oral'a aitmiş" dedi.   Duyduğum isim hiçbir şekilde bana tanıdık gelmezken, Yılmaz'ın hızla kafasını çevirip omzunun üzerinden bana bakması ve bakışlarındaki ifadenin ağırlığı...

Kardeşi vuruldu, öfkesi normal.

Yılmaz'la birlikte Cengiz'in de bakışları bana döndü. Aramızda yaklaşık üç metre mesafe olan Yılmaz, Cengiz ve Farah üçlüsü bana bakarken ve sanki bir şey beni karanlık bir kuyuya doğru çekerken, ben dakikalardır belkide ilk defa kıpırdandım ve ellerimi Ece'nin ellerinden çekip yavaşça ayağı kalktım. Karşısındaki bir noktaya dalmış bir şekilde bakan Ece, benim ondan uzaklaştığımı bile fark etmedi belkide.  Ayaklarımda tonlarca ağırlık varmışçasına Yılmaz'a doğru birkaç adım attım.    Farah, Yılmaz'a yaklaşmamı beklemiş gibi, ben Yılmaz'ın yanında durunca tekrar konuşmaya başladı.  "Adam daha önce Afra'yı tehdit etmiş. Hatta intikam almak için Yılmaz'ın kardeşini öldüreceğim demiş"  diyen Farah'a bakakaldım.  

ELZEMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin