2. Bölüm

1.7K 57 8
                                    

Kafamın içinde yankılanan zil sesiyle açtım gözlerimi.

Başımı kaldırmadan elimi yastığın altına sokup telefonumu aldım. Yastığın altından çıkarttığım telefonu biraz kaldırıp ekrandaki saate baktım.
Lanet olsun. Sabahın yedisinde kim gelir ki?

Israrla çalan kapıyla başımı yastığımdan kaldırıp odamın kapısına doğru bağırdım.

"Biri şu kapıya baksın! Ben bakarsam kapıdakinin kafasını kıracağım."  Dedim ama kimsenin umurunda olmadı, kapı çalmaya devam etti.
Sonunda dayanamayıp kendim kalktım.
Oflayarak kapıya baktığımda karşımda sırıtarak duran Mert'i görmemle, kafama dank etti. Ben tamamen unutmuşum çiftliğe gideceğimizi.

Mert beni baştan aşağa süzerken yüzündeki gülüş soldu ve "e sen daha hazırlanmamışsın?" Demesiyle sevimlice gümsedim .
"umutmuşum" derken sesimi kendim bile zor duydum. Mert tam bir şey söyleyecekken odasından çıkıp karşımızda duvara yaslanan Ece'yi fark edip durdu. Ece'nin ardından Şeyma da uykulu bir halde gelip Ece'nin yanında durdu başını da Ece'in omuzuna koydu ve "ne oluyor ya Sabah sabah?" dedi.
Ece alaylı bir sesle "Unuttun mu? Mert bey'in başına vurmuş, illa o kızı bulacakmış"  Mert birden beni öldürecekmiş gibi bakınca hızla başımı iki yana salladım. Kesin kızlara söylediğim için beni gebertecek.

Neyse ki kafasını Ece'ye çevirip "sen önce git şu yüzünü filan yıka, göz zevkimi bozma benim" der demez Ece kavgaya hazırmış gibi çemkirerek "Afra! Ya evcilleştir şunu yada doğaya bırak"

İşte kavga geliyorum der.

Mert, "ben seni var..." Mert Ece'nin üzerine doğru yürüyecekken kolundan tutup engel oldum.
"Ne yapıyorsunuz? Çocuk musunuz? Kızlar lütfen siz gidip yatmaya devam edin. Mert sen de geç içerde otur, ben on dakikaya hazırlanırım"

Neyse ki ikiside uzatmadan dediğimi yaptı. Ben de banyoya girip elimi yüzümü yıkadım ve tekrar odama gittim. Dolabımdan aldığım siyah bir pantolon ile ekose desenli gömleği üzerime geçirdim ve saçlarımı sadece tarayıp öyle bıraktım allahtan saçlarım düz, uğraşmak zorunda kalmıyorum. Gerçi düz olmasa da uğraşmazdım.
Galiba çok üşengecim yada umursamaz,

Yatağın üzerinde duran telefonu arka cebime sıkıştırıp çıktım odadan.

Mert'le yola çıkalı yaklaşık bir buçuk  saat oldu. Yemyeşil ağaçlarįn içinde küçük bir restorantın önünde durduğumuzda başımı çevirip Mert'e baktım "geldik mi?"
Mert kemerini açıp, arabadan inmeden önce "hayır, burda kahvaltı edelim sonra gideriz" deyip indi arabadan. Hemen ardından da ben indim. İstemsizce hayran hayran baktım etrafıma. Okadar güzeldi ki,
"Hadi gel" Mert'in uyarısıyla etrafı incelemeyi birakıp Mert'in arkasından içeri girdim.
İçerisi de en az dışarısı kadar güzeldi. Ahşap rengindeki masaların üzerindeki renkli çiçekler, köşedeki ateşi sönmüş şömine ve bir tarafı tamamen camdan olan duvar.
Mert koluma dokunup beni etrafa bakmaktan alı koyunca, onunla beraber cam kenarındaki masaya doğru ilerledik. Tam sandalyeyi çekip oturacakken gözlerim cam kenarında en köşedeki masada oturan adamı buldu. Başını eğmiş elindeki telefona bakıyordu. Dağınık siyah saçları anlına dökülmüştü. Yüzünü tam göremesemde bir yerden tanıdığıma eminim.
"Beğendin mi burayı?"
Tekrar önüme dönüp çektiğim sandalyeye otururken "hem de çok" dedim Mert'e bakarak. Ardından yüzümü cam tarafındaki manzaraya çevirdim. Restorantın arka tarafında
Küçük bir göl vardı. Gölün üzerinde yüzen ördekler kafalarını suya daldırıp çıkarıyordu.
"Mert.. burası çok güzel. Giderken beni burda bırak lütfen"

"Önce şu mavişi bulalım da" dedi gülümseyerek.
Mert buraya gelme amacımızı yeniden hatırlatınca yüzümdeki gülümsene soldu. Of, biz nerden bulacağız ki bu kızı? Hadi bulduk diyelim, ya sevgilisi yada nişanlısı varsa?

ELZEMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin