60.𝕓𝕠̈𝕝𝕦̈𝕞

307 19 32
                                    


Sabahın altısında uçaktan inmiş, beynim yerinde olmadan, önden giden taehyung u takip ediyordum. Havaalanından çıktığımızda bizi bekleyen aracın kapıları açıktı. Taehyung, "Geç," dedi, her zaman-ki asabi ve sinirli haliyle.

Dün gece Londra'daki öpüşmemizin ardından avucumdaki kolyeyi alıp boynuma takmıştı. 'Çıkarttığını görmeyeceğim,' deyip uyarıda bulunmuştu. Bütün gece güzel geçmiş, sarılıp uyumuştuk ama sabah kalktığımda dün gece hiç yaşanmamış gibi davranmaya başlamıştı. Sanki ona 'Seni seviyorum' dememişim de, o da beni hiç öpmemiş gibi, her zamanki sinirli haliyle bana emirler verip kısıtlıyordu. Taehyung işte, ne bekliyordum ki?

Bir şey söylemeden dediğini yapıp arabaya geçtiğimde kendi de bir değişiklik yapıp arka koltukta yanıma oturdu. Bizi almaya gelen şoför ise başıyla selam verip yola koyuldu.

Bilmediğim bir ülkenin, bilmediğim şehrinin sokaklarına bakıyordum. Bu duyguyu üçüncü kez yaşıyordum ama bu farklıydı. Çocukluğumdan beri görmek için hayalini kurduğum, yurtta yatagımin başına fotoğrafını astığım şehirde, Paris'teydim.

Paris... İnsanlarıyla, iki yüz bin yıllık kültürüyle, yemekleriyle,

eğlencesiyle ve sanatıyla tam anlamıyla gezilip görülmeye değe cek şehir. Aşk şehri. Özel arabayla geçtiğimiz yollarda evleri ince- lerken hepsinin en fazla altı katli olup, gökyüzünü kapatmadığın görüyordum; Istanbul'un aksine. Tüm evler sanat eseri edasıyla ahşap ve güzel renklerle uyum yakalamışken Paris'in büyüsüne kapılıp öylece dışarıyı izledim.

Tabii şimdi soracaksınız Londra'dan neden Paris'e geçtiniz diye? Benim de uçağa binene kadar haberim yoktu. Taehyung un işi nedeniyle Paris'e de uğramamız gerektiğini uçakta öğrendim. dünyasında ve cemiyette ünlü bir iş adamı olan kim taehyung mücevher işinden sonra mafya kimliğine bürünüp, beni de Paris'e sürükledi. Aslında iyi de yaptı, ilk defa taehyung un bir işi benim için iyi sonuç

vermiş, hayalimdeki şehri görmeme firsat tanımıştı. Paris'teydim,

aşk şehrinde. Şehir merkezinden başlayan araba yolculuğumuz otuz beş dakika sürdü. Sonunda iki katlı, bahçe içinde şirin bir evin önünde durduk. Ormanın içinde olan ev, bağ evi havasındaydı. ediyor.

İkimiz de arabadan inmiş, önden giden namjoon u takip ediyorduk. "Otel de kalmayacak mıyız?" diye sordum. Taehyung un yine 'hiçbir şey umurumda değil' havası üzerindeydi.

"Buraya geldiğimde evimde kalmayı tercih ediyorum," dedi. Ben

yürümeyi bırakıp doğru mu anladım diye bir kez daha eve bakar-

ken sözlerini zihnimden geçirdim. Demek ki pis işleri nedeniyle

Paris'e sık sık geliyordu.

"Orada dikilmeyi kes de eve gir."

Hızlı adımlarla yürüyüp içeri girdim. Yanından geçerken göz ucuyla dahi bakmamıştım. Dün gece hiçbir şey yaşanmamış gibi davranması canımı sıkıyordu.

Eve adım attığım gibi önüme çıkan koridoru takip edip, kori dorun sonundaki kapıdan nereye ulaşacağımı bilmeden ilerlemeye devam ettim. Koyu renk ahşap kapıdan, ne büyük ne de küçük denilebilecek salona girdim. Namjoon kanepelerden birine uzanmış mesajlaşıyordu. Belli ki seokjin beyle aralarından su sızmıyor du.

Kendimi tekli koltuklarından birine bırakıp etrafı incelemeye başladım. Taehyung un seuldeki evine göre çok küçüktü ve oraya kıyasla çok sade döşenmişti. Odanın içinde bir tek şömine ve kol tuk takımı varken, birkaç tane de yer minderi şöminenin önüne

SÖZLEŞME⟭⟬Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin