Üç gündür, bitkisel hayat yaşıyormuşum gibi tepkisiz ya de odamda oturuyordum. Bir camin perdesi sonuna kadar aç, önünde duran iki koltuktan birinde Paris'ten kazandığımız ayıcık diğerinde ise ben oturuyordum. İkimiz de üç gündür sessiz sakin, karşımızdaki ormanı izliyorduk. Beynim, karman çorman olmuş Örgü ipinin en sonunda sorunlu yerden koparılıp atılması gibi ra hat ve düzken, camdan bakarken tek bir şey bile düşünmüyordum. İçim boştu. Beynim boştu. Duygularım ölmüştü.
Suganın ölümünün üzerinden üç gün geçmişti. Artık, deyim yerindeyse veya bilmediğim başka düşmanım yoksa hayatım kur- tulmuştu.
O gece taehyung, sugayı öldürdüğünde, ardından gelen karma- şanın uğultularını duymamak için kendimi odamdaki banyoma kilitlemiştim. Dört saatin sonunda çıktığımdaysa gün doğmuştu. Güneş, sonbaharın son günleri için son kez kendini böyle canlı gös teriyordu.
Geçen üç günde yeni değişiklikler de olmaya başlamıştı. Taehyung hastaneden çıktığım günkü gibi bana fazla yaklaşmazken, her gece ben uykuya daldıktan sonra elinde içkisiyle odama gelip, yatağı-
min ucuna sandalye çekiyordu. Ondan korkup kaçtığımı bildiği için bana dokunmadan, ses çıkarmadan öylece beni izliyordu. Güneş doğduktan sonra ise ben uyanmadan çıkıp gidiyordu. Bunu, bir gece uykumun bölünmesiyle fark edip, diğer gece de doğrulamış tim.
Ondan neden korktuğumu bir türlü bulamıyordu. Suganın bana abisinden bahsettiğinden haberi yoktu. Beni hälä hiçbir şey- den haberi olmayan jungkook olarak biliyordu; kandırdığı, ona güven- mesini sağladığı jungkook olarak.
Saatlerdir oturmaktan ağrımış kıçımı koltuktan kaldırıp, alt kata inmek için odamın kapısına yöneldim. Bugün pazardı, yani taehyung evdeydi ve bütün gün onu görmemek için uğraşırsam odamdan çıkmamam lazımdı.
İki kat indiğim merdivenden sonra nefesimin hastaneden çık-
tiğim güne oranla daha iyi olduğunu kendim de anlıyordum. Bede-
nim fiziksel olarak açılan yarayı hızla kapatıyordu, çünkü kendi de
biliyordu ki bir an önce iyileşmesi lazımdı. Taehyung un elinden kaçıp
kurtulabilmek için tamamen iyileşmem gerekiyordu.
"Gelen yeni taşları da banka kasasında duran diğer taşların yanına yerleştirin. Bu görev senin, çünkü ben bugün evden çıkma- yacağım."
Taehyung un yorgun gelen sesi, zemin kattaki ilk odadan geliyordu, yani çalışma odasından. Kapının önünden geçerken konuşmalan duymamışım gibi yapıp mutfağa girdim. Saat on ikiye gelmesine rağmen ben hálá yemek yememiştim.
Mutfağın içinde her zamanki gibi koşuşturan jessi Hanım, beni gördüğünde yavaşlayıp gülümsedi. "Günaydın, jungkook bey . Kahvaltı yerine, yeni pişmiş mercimek çorbası vermemi ister mi- siniz?"
Jessi Hanım yüzüme bakarak cevap bekliyordu, çünkü o da
alışmıştı benim konuşmamama.
Başımla onayladım. Mercimek çorbası, içtiğim iki çorbadan biriydi zaten. Jessi Hanım hızlı davranıp dumanı tüten çorbayı önüme bıraktığı sırada mutfağın kapısının önünden geçen taehyung u gördüm. Benim mutfakta olduğumu biliyordu ama geldiği takdir- de, benim kalkıp gideceğimi bildiği için yanımıza gelmiyordu. Belli ki yemek yememi istiyordu.
Çorbamı yarılayıp afiyetle yerken salona giren biri beni sordu. " Jungkook nerede?"
Bu ses de her gün usanmadan beni ziyarete gelen seokjin in sesiydi. Emindim ki yanında da namjoon u vardı. Cevabı tam duya masam da, taehyung u n kisik sesle bir seyler söylediğini ve seokjin yanıma göndermediğini anladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SÖZLEŞME⟭⟬
Fanfictionᴋᴇşᴋᴇ ʙᴇɴɪ ɪʟᴋ ᴊᴇᴏɴ ᴏʟᴅᴜɢ̆ᴜᴍᴜ ᴏ̈ɢ̆ʀᴇɴᴅɪɢ̆ɪɴ ᴢᴀᴍᴀɴ ᴏ̈ʟᴅᴜ̈ʀsᴇʏᴅɪɴ