73.𝗯ისʊ𝗆

180 13 44
                                    

𝙔𝙖𝙧ı𝙣 𝙟𝙚𝙮𝙠𝙚𝙮𝙞𝙣 𝙖𝙣𝙖𝙨ı𝙣ı𝙣 𝙠𝙖𝙧𝙣ı𝙣𝙙𝙖𝙣 𝙘ı𝙠𝙩ı𝙜ı 𝙜𝙪̈𝙣

Yetimhanede kaldığım yıllarda yatağımı her zaman cam kena- rında seçerdim. Nedeniyse kışın yağan karı gece gündüz izleyebil- mekti.

O günler gözlerimin önünde canlanmıştı; yedi, sekiz yaşların- daki jungkook yatağının kenarına oturmuş, ellerini çenesinin altında birleştirmiş, döne döne düşen kar tanelerinin büyüleyici görün- tüsünü seyrediyordu. İçinde hiçbir kötü düşünce yoktu, büyük korkular yoktu, anne babasının kötü insanlar olduğunu henüz bilmiyordu. Anne babasına dair tek düşüncesi bir gün gelip onu alacaklarıydı.

Hayati fonksiyonlarım durmuşcasına evimin kapısından birkaç metre ötede öylece dikilirken, camın kenarına oturup yağan karı izleyen küçük jungkook olmak istiyordum ama bu mümkün değildi. Çünkü artık korkunun ne olduğunu, ailemin nasıl insanlar oldukla- rını biliyordum. Bir de artık taehyung u tanıyordum.

Onunla yüzleşmem gerektiğinin farkındaydım. Bacaklarıma zorla da olsa komut vererek eve doğru ilerlemeye başladım. Aralık olan kapıyı içeri girebileceğim kadar ileri ittim, çıkan gıcırtı bütün

evde yankılanmış olmalıydı. Kalbim, göğüs kafesimden kurtulmak için çırpınarak atıyordu. Derin bir nefes daha alarak, kendime ba yılma izni vermeden küçük salona ilerledim.

Taehyung u görecektim....

Peki, görmeye hazır mıydım?

Onur kırıklığımı onu gördüğüm anda unutmaya hazır olduğu mun farkında mıydım? Yine de içimden tekrar etmeden edemedim; affetme, jungkook. Sakın affetme!

Salonun kapısına geldiğimde yağmurluğumu çıkarıp çantala birlikte yere bıraktım ve son kez derin bir nefes alarak içeri gir. dim. Siyahlar Prensi tahmin ettiğim gibi beni bekliyordu. Bacak bacak üzerine atmış, arkasına yaslanmış oturuyordu. Yüz hatları huzursuzdu, kaşları çatılmıştı. Belli ki bulunduğu yerden memnun değildi. Sinirli olduğu da ortadaydı. Özlediğim kahveleri, koruyucu kolları ve sıcak göğsü görünmez bir çekimle beni çekiyordu ama kendimi tutmam lazımdı. Göz göze geldiğimizde beni baştan ayağa süzdü, belli ki yirmi günün kayıplarının listesini çıkarıyordu. Sonra- sındaysa gözleri tam gözlerimin içine odaklandı. Konuşmuyordu,

sadece izliyordu. "Sana, beni bulmamanı söylemiştim," dedim. Hyunjin Le gönder- diğim mektupta bunu yazmıştım.

Duruşunu bir an olsun bozmadan, "Sana, üzerinde simgemi taşıdığın müddetçe benim olduğunu söylemiştim," dedi. Sesi tok, net ve hayli sinirli çıkmıştı.

Alkolün etkisi hâlâ geçmemişti, ayakta durmakta zorlanıyor- dum. Bakışlarımı ondan kaçırdım, çünkü o gözler sinirimi eritiyor du. "Sözleşmemiz bitti."

"Sence bir önemi var mıydı?" Tehlike yaklaşıyordu ve birazdan başlayacak olan savaşın çan ları uzaktan duyuluyordu.

Artik kaçmaya gerek yoktu, yirmi gündür içimi yakanları söy lemem gerekiyordu. "Yoktu," dedim. İlk itirafımı yapmıştım. "Ama seni deli gibi severken, iki ay boyunca beni kandırıp, köpek gib çalıştırdın. Yanında kalmamı nasıl bekliyordun ki?" Sesim yükse mişti, artık ben de sinir ve nefretle bakıyordum. Ayağa kalktı ve üzerime yürümeye başladı, öyle sert bakıyordu ki geriye doğru

adımlamaya başlamıştım. "Gözlerimin içine baka baka beni kan- dırdın, kukla gibi oynattın." Sırtım duvara çarpınca kaçacak yerim kalmamıştı. Özlemini çektiğim bedeni, küçük bedenimi kaplayacak şekilde önümde durup gözleriyle beni öldürürken, korkumu basti- rip gözlerinin içine bakarak devam ettim. "Sen karşıma çıkmasay din suga başıma bela olmayacaktı. Beni, ona yem ettin."

SÖZLEŞME⟭⟬Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin