Uyandığımda Yusuf her zamanki gibi yanımdaydı. Uyanmıştı ve beni izliyordu.
Ben: Günaydın Yusufum.
Yusuf: Günaydın meleğim.
Yavaşça yerimden doğrulup yanağını öptüm ve kalktım. Ama bir dakika...
Ben: Yusuf sen?
Yusuf: Saçları üçe vurmak zorunda kaldım. Uzun saçlı almıyolarmış askere. Siz kızlar heralde bu yüzden gidemiyosunuz.
Büyük ihtimal bunu beni güldürmek için söylemişti.
Ben: Sen eşyalarını da hazırlamadın daha dimi?
Yusuf: Cık hazırlamadım.
Ben: Gel madem hazırlayalım beraber.
Yusuf: Sen başla ben geliyorum.
Üzerine dolaptan aldığı rastgele bir tişörtü geçirip odadan çıktı. Bir işi vardı muhakkak, çünkü Yusuf işten kaçacak insan değildi.
Koyacak eşyaları ayarlayıp bavulun önüne çöktüm. Elime ilk aldığım kazakla gözlerim doldu. Bu onunla tanıştığımız gün üstünde olan kazaktı.
Kazağı uzun uzun kokladım ve katlayarak bavula koydum. Neredeyse her kıyafete aynı muameleyi yapıyordum. En son kıyafete geldiğinde sıra, artık gözyaşlarımı daha fazla tutamadım.Bunu ilk yemeğe çıktığımızda giymişti. Sonra da sahile gitmiştik. Bana her şeyi o zaman anlatmıştı. Benim hayatımın dönüm noktasıydı o gün. Sweate sarılmış ve gözlerimi kapatmış bir şekilde anıları zihnimde canlandırıyordum. Yusuf'un geldiğini farketmemişim.
Yusuf: Ya ağlıyosun ama yine. Bak sen böyle yaptıkça ben daha çok üzülüyorum.
Ben: Napiyim Yusuf gidiyosun diye oynayayım mı ya?
Sanırım sesim biraz fazla yükselmişti.
Yusuf: Oyy tamam tamam demedim bişey.
Yere yanıma oturup bana sarıldı. O bana sarıldığında saçlarıyla oynardım ama şuanda saçları oynayabilecek kadar uzun değillerdi. Aynı zamanda tıraş da olmuştu. Bu durum komiğime gitmişti. Ondan ayrılıp güldüm.