Acı haberi aldıklarının ertesi günü Nasibe Hanım ve Rahmi Bey İstanbul'a gelmişti. Melisa akşam haberi alır almaz bayılmış, gözünü hastanede açmıştı. Durmadan ağlıyordu, kabullenemiyordu Yusuf'un onu bırakıp gittiğini. Babası da hastaneye gelmiş, onu yalnız bırakmamıştı. Sonra Erva, Erva da neredeyse Melisa kadar ağlamıştı. Yusuf adına mutluydu Melisa, o şehit olmuştu. Ama o ne yapacaktı bundan sonra? Hiçbir fikri yoktu. Yaşamak için bir sebebi kalmamış gibi hissediyordu.
Nasibe Hanım hastaneye geldiğinde Melisa'yı görünce ağlamaya başlamıştı. Birbirlerine sarılıp belki saatlerce ağlamışlardı. Yusuf'un cenazesini buraya getireceklerdi bugün. Hastanenin önünde ambulansı bekliyorlardı. Melisa ayakta duramadığı için babasına tutunuyordu.
Sonunda ambulans geldi. Ambulans morg girişinin önünde durdu. İçinden 3 sedye indirdiler. Üçünün de üstüne beyaz örtü örtülmüştü. Melisa yine kendini tutamayıp ağlamaya başladı. Babası dayanamıyordu artık kızını böyle görmeye. Kızına sarıldı sımsıkı. Saçlarını okşadı.
Morg girişinden onlar da girdiler. Herkes sırayla girecekti. Melisa ne kadar önce girmek istese de önceliği Nasibe Hanım ve Rahmi Beye verdi. Sonuçta onlar anne ve babasıydı. O ne kadar üzülüyorsa, onlar da o kadar üzülüyordu. Bu durumda bencillik yapmanın bir alemi yoktu.
Nasibe Hanım içeri girdiğinde eşi kolundan tutup destek oldu ona. Beyaz örtü açıldığında Yusuf'un bembeyaz olmuş yüzünü gördüler. Gülümsüyordu Yusuf, uyuyor gibiydi sanki. Nasibe Hanım titreyen elini uzattı oğluna. Yüzünü okşadı. Normalde olsa Yusuf okşadığı elini tutar, avuç içini öperdi. Ama tutmuyordu, öpmüyordu. Teninin soğukluğundan ürperdi Nasibe Hanım. Ağlarken bir yandan da duyacağını umarak konuşmaya başladı.
Nasibe: Oğlum, ismi kadar güzel oğlum benim. Üşüyorsun oğlum, hissediyorum ben. Mutlusun değil mi gittiğin yerde? Çok erken değil miydi oğlum gitmek için? Hani evlenecektin daha, bana söz vermiştin. Sana torun vereceğim demiştin. Hayallerin vardı oğlum. Kim gerçekleştirecek artık o hayallerini? Bizi neşelendirmek için türkü söylerdin sürekli o güzel sesinle. Ben senin sesini duymadan nasıl dayanacağım oğlum, nasıl yaşayacağım?
Nasibe Hanım ağlamaktan bitap düşmüş bir şekilde eşine döndü. O da ağlıyordu. Ne kadar üzülmüş olsa da gurur duyuyordu oğluyla. Yusuf bu zamana kadar onun başını yere eğdirecek hiçbir şey yapmamıştı. Ve gidişi de kendine yakışır bir şekilde olmuştu.
Onlar dışarı çıkınca bu sefer içeri Melisa girdi. Mehmet Bey onu yalnız bırakmak istemese de Melisa tek girmek isteyince bir şey dememişti. Melisa içeri girdiğinde bir cenaze görevlisi de odadaydı. Ona çıkması için rica etti. Görevli üstelemeyip dışarı çıktığında Melisa Yusuf'un yanına yaklaştı. Örtüyü biraz daha aşağı çektiğinde kan içinde kalmış üniformayı gördü. Yusuf'un elini tutmak istediğinde elindeki fotoğrafı farketti. Kan olmuş fotoğrafı elinden almak istedi, ama Yusuf o kadar sıkı tutuyordu ki bu neredeyse imkansızdı. Melisa biraz daha yaklaşıp baktığında bunun kendi fotoğrafı olduğunu gördü. Hayır, ağlamayacaktı. En azından Yusuf'un yanındayken dayanmaya çalışacaktı. Yüzüne baktığında gülümsediğini görünce Melisa da güldü. Demek ki acı çekmeden can vermişti.
Melisa: Hatırlıyor musun Yusufum, en son telefonla konuştuğumuzda bana "Kanatlarım var sanki." demiştin. Evet Yusufum, senin artık kanatların var. Sen uçup gittin ellerimden. Olsun, ne kızgınım sana, ne de kırgın. Üzülme olur mu, çünkü ben seni yine bekleyeceğim. Gelmeyeceğini bile bile hem de.