Nazife tartışmak istemez gibi sesini yumuşatarak,
-Tamam tamam kızım, söz, bak biliyon zaten çok azalttım gittiğim evleri, iyiyim ben merak etme, hadi sen de işini çabuk bitir de çık artık geçe kalmadan.Neşe ikna olmuş.gibi,
-Bir saate gelirim anne görüşürüz, diyerek kapattı telefonu.Nazife, çıkmadan önce, daireye son bir defa gururla göz gezdirdi. .İçine sinince de; dairenin sokak kapısının yanında bulunan telefonluğun çekmecesini açtı.Fatma abla ücretini hep oraya bırakırdı.Bu sefer bir on lira fazla bıraktığını görünce memnuniyetle,
-Allah bereket versin, diyerek çekmeceden aldığı parayı özenle elbisenin cebine yerleştirdi.
...Neşe, eline fön makinesini alarak müşterisinin saçlarını kurutmaya başladı.Çocukluğundan beri hayalini kurduğu mesleği yapmanın memnuniyeti vardı içinde.Kendini bildi bileli, küçük bir kapıcı dairesinde annesi, babası ve iki kardeşiyle yaşıyordu.Küçüklüğünden beri taraklara, fırçalara hep ilgi duymuştu.
Küçüklüğünde, apartman sakinleri çocuklarının oynamaya sıkıldığı oyuncakları onlara verirlerdi.O kadar sevinirdi ki, verilen bebeklerin saçlarını özenle tarar, çeşitli şekillere sokardı.
Abisi Mahmut ise, oyuncak arabaları söker, sonra da, tekrar birleştirmeye çalışırdı. Arada sırada da, onun bebekleriyle kurduğu oyunları sabote ederdi.Bunlar aklına düşünce,
"daha o zamandan sanayide çalışacağı belliymiş sanki" diye düşünürken telefonundan onun aradığını görünce,
-Efendim abi, diyerek cevapladı.
-Çıkmadın mı kız daha, çalışıyor musun hala?
-Bir saate ancak çıkarım, biraz daha işim var.
-Gelip alayım mı seni?
-Yok abi, sen eve geç, sadece bir müşterimiz kaldı, ondan sonra kapatacağız zaten.
-Ebruli nerde, ulaşamadım telefonuna?
-Bir iş görüşmesi vardı, inşallah iyi gitmiştir gelir birazdan eve, biliyorsun şarjı çabuk bitiyor telefonunun.
-Tamam, sen de çok geçe kalma.
-Tamam abi.Ebruli'nin adı geçince Neşe'nin içi cız etmişti.Sonra, hafızasından hiç çıkaramadığı o sahne yeniden canlandı gözünde.
O altı, abisi Mahmut ise, sekiz yaşlarındaydı.Bir sabah; babası apartmana servise çıkmış, annesi de temizliğe gidince üç kardeş evde yalnız kalmışlardı. Oldukça sıcak bir yaz günü olduğunu hatırlıyordu. Annesinin yerde kurduğu sofraya oturmuş ekmeklerini yiyorlardı.Mahmut sofradan kalkınca dolabın içindeki kolonyayı çıkarıp ellerine dökmüştü.Ardından da, arkadaşlarından öğrendiği ama, çok tehlikeli sonuçlar doğuracağını tahmin edemediği bir oyun oynamaya kalkışmıştı.Yaktığı kibriti kolonya şişesinin içine atınca, devrilen şişeden çıkan alevler, kardeşleri Ebruli'nin yüzüne doğru gelerek yanmasına neden olmuştu.Mahmut çığlık çığlığa kaçarken, Neşe nasıl bir cesaret bulduysa annesinin banyoda sürekli dolu olarak bulundurduğu kovaya sokmuştu kardeşinin başını.
O sırada, çocuklarının çığlıkları duyup eve koşan Hasan, apar topar hastaneye götürmüştü kızını.Yüzü kötü şekilde yanmasına rağmen doktor bir kaç aylık bir tedaviyle iyileşeceğini döylemişti.Sonraki bir kaç ay çok zorlu geçmişti onlar için.Mahmut, neden olduğu olayın suçluluk duygusuyla içine kapanmış, ondan sonra da sinirli bir çocuk olup çıkmıştı.Aynı zamanda kardeşlerine karşı aşırı koruma duygusu tezahür etmişti.Neşe'nin yaptığı hamlenin ise kardeşinin yüzünde iz kalmasını engellediğini söylemişti doktor.Fakat, o dönem, henüz dört yaşında olan Ebruli açısından çok ızdıraplı bir süreç olmuştu.Yüzündeki deriler ameliyatla bir kaç kez alınarak bir iz kalması engellenmeye çalışılmıştı.Annesinin bitmek bilmeyen ve hayatını zehir eden ağrılar da, o dönemde musallat olmuştu başına.
Birkaç aylık tedavinin ardından Ebruli eski haline dönmüştü ama, sanki, bu olay herkesin hayatından bir şeyleri alıp götürmüştü.
Neşe, o sırada müşterinin,
-Ah yandı biraz, sözleriyle kendine gelerek telaşla,
-Kusura bakmayın, bitti zaten, diyerek elindeki fön makinasını kapattı.Müşterisini uğurladıktan sonra sürekli ayakta durması nedeniyle ağrıyan ayaklarını dinlendirmek için sandalyeye oturdu.
O sırada dükkanın sahibi Nihat,
-Neşe sen çıkabilirsin, deyince de yavaşça ayağa kalkarak çantasını aldı.Dışarıya çıktığında yüzüne vuran serin hava içini ferahlatmıştı.Sürekli çalışan fön makinelerinin sıcaklığından bunaldığından mı nedir, dışarıya her adım attığında büyük bir rahatlama hissediyordu.Kuaför dükkanı ile evi arasında iki durak olduğundan, iş çıkışında bir araca binmek yerine hep yürümeyi tercih ediyordu. Vücudunun tutulmuş, ayaklarının şişmiş olmasına aldırış etmeden, her akşam yaptığı gibi yine yürümeye başladı.Ne de olsa, çalışmayı ve karşılığında kimseye muhtaç olmamayı annesinden öğrenmişti.
Cadde boyunca yürüdükten sonra, ayaklarının sızısına dayanamayınca bir banka oturmak zorunda kaldı.Eğilip ayak bileklerini ovalarken,
-Eve gidince biraz ılık suda bekletirsem rahatlar belki, diye mırıldandı.Meslek Lisesi'nden mezun olduğundan beri, yaklaşık yedi senedir çeşitli kuaför salonlarında çalışıyordu.Ebruli'nin aksine daha kısa boylu ve dolgun bir yapısı vardı.Saçları sarıya yakın kumral ve dalgalı, gözleri ise elaydı. Annesi bazen ona baktığında,
-Büyüdükçe rahmetli teyzene benziyorsun, o yattıkça Allah sana ömür versin, diye dua ederdi.İsimleri bile aynıydı, adını yaşatsınlar diye doğduğunda aynı ismi ona vermişlerdi.Eski fotoğraflara baktığında, gerçekten de teyzesinin kopyası olduğunu fark etmişti.Ne yazık ki, teyzesi yirmi iki yaşında bir trafik kazasına kurban gitmişti.Ayakları biraz rahatlayınca, yürümeye devam ederek, sabit pazarın olduğu sokağa saptı. Kızarmış tavuk satan dükkanın önüne geldiğinde; içeride yabancı birinin olduğunu görünce,
-Enver abi yok mu? diye sordu.Tezgahtaki genç adam,
-Biraz rahatsız, ben yardımcı olayım, dedikten sonra gülümseyerek,
- Tanımadın mı beni, Yavuz ben, küçükken beraber çok oynardık buralarda.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ASLAN'IN İNİNDE
RomanceGenç bir yazar adayı olan Ebruli'nin yolu ünlü yazar Şahika Tecer ve oğlu Aslan'la kesiştiğinde geçmişten gelen sırların kahramanı olacağından haberi bile yoktu.Bu karşılaşma bir tesadüf müydü?Yoksa herşey bir planın parçası mıydı? Ya da acı dolu...