Bir kere okumakla bile ezberlemişti şiiri.Nedense, içine çok dokunduğunu hissedince yaşaran gözlerini yola nazire yaparcasına kıvrılan Boğaz'a doğru çevirdi.
O sırada; sürücü,
-Verdiğiniz adres burası, deyince ücreti ödeyerek taksiden indi.İçeri girmeden, son bir kez üzerindeki kıyafete bakarak kırışan kısımlarını eliyle düzeltmeye çalıştı.Bir gün önceki karşılaşmalarında Şahika Hanım'ın kıyafetine yaptığı eleştiriye canı sıkılınca, o gün için giysi dolabındaki en pahalı ve kaliteli kıyafeti seçmek zorunluluğu hissetmişti.Bu; geçen sene kep töreninde giydiği pudra renginde kalem tarzı bir elbise ve kısa ceketten oluşan ikili bir takımdı.Sabah aynaya baktığı zaman görüntüsünün bir anda ne kadar değiştiğini görünce,
-Bakalım bugün beğendirebilecek miyiz kendimizi, diye söylenerek saçını taramaya başlamıştı.Oldum olası makyajı sevmiyordu.Gün içinde sadece, geçirdiği kaza nedeniyle çok hassas ve kuru olan yüzüne nemlendirici sürmekle yetiniyordu.Fakat; o gün karar değiştirerek, belki mesleği gereği hem kendine hem de başkalarına makyaj yapmaya bayılan ablasının malzemelerinin bulunduğu çekmeceyi açtı.Hafif bir allık ve rujdan sonra kirpiklerine de biraz rimel sürdü.Zaten, gür ve uzun olan kirpikleri iyice belirginleşmiş ve bambaşka biri gibi görünmesine neden olmuştu.Yola çıkarken, giydiği elbisesiyle aynı renkteki hafif topuklu ayakkabıların ayağını acıtmasına aldırış bile etmedi.Zira; sürekli spor ayakkabı giymesinin artık mümkün olamayacağını anlamıştı.Yolun karşısına geçerken "sanırım içine girdiğim ortama uygun daha farklı kıyafetler almam gerekebilir, en iyisi hafta sonu alışverişe gideyim" diye geçiriyordu.
Önünde geldiği ev, dışarıdan yüksekçe duvarlarla çevrilmişti.Ev demekten ziyade belki "yol yalısı" tanımı daha uygun düşüyordu buraya.Büyük ve süslü kapının önüne gelidiğinde, duvar kısmındaki zile basarak beklemeye başladı.
Az sonra; kapının otomatiğe basılarak açıldığını görünce biraz çekinerek içeriye girdi.Tahmin ettiği gibi, etrafındaki yüksek duvarlar evin ihtişamını gizliyordu.Belli ki; tarihi bir değeri vardı binanın.Oldukça yaşlı görünen ağaçlar çok bakımlı olan bahçeye esrarengiz bir hava veriyor, sanki diğerlerine "burada bizim sözümüz geçer" der gibi yüksekten bakıyorlardı.
Bir giriş ve iki kattan ibaret olan binanın büyük sütunları, bütün yükü sırtlıyor gibiydi.Işığın maksimum derecede içeriye girmesini sağlamak amacıyla girişin bir bölümü camlı olarak tasarlanmış, küçük bir kısmı da kış bahçesi olarak ayrılmıştı.Tam giriş kapısına yaklaşmıştı ki; dış kısımdan üst kata uzanan döner merdivenin başında genç bir hanım belirerek,
-Üst kata gelin lütfen, diye seslendi.Ebruli, merdivenleri çıkarken, Nisan ayının coşkusuyla bahçede çıldıran çiçeklerin birbirinden güzel kokularını içine çekip,
-Bu evde yaşayanlar ne kadar şanslı olduklarının farkındalar mı acaba? diye mırıldandı.Yıllardır, her daim küf kokan bodrum katındaki kapıcı dairesinde yaşadığı için böyle kokular mest ediyordu onu.Yukarı doğru tırmandıkça kulağına çalınan piyano sesinin desibelinin de arttığını fark etti.Nerede duysa tanırdı bu melodiyi.Ünlü Rus besteci Evgeny Grinko'nun "Valse" adlı eseriydi.
Üniversite sınavına hazırlanırken deli gibi ders çalıştığı o günlerde rahatlamak için sürekli dinlediği melodilerden birisiydi. Bu eseri dinlediği zaman hissettiklerini tarif etmesini isteseler, "yeni umutlarla dolu bir geleceği arzularken, dinmek bilmeyen bir hüznü de yanında götürmek zorunda olmak" olarak tanımlardı.Peki bu garip duygunun onun genç yüreğinde ne işi olabilirdi? Belki de küçükken yaşadığı korku ve acıların istemsizce onda bıraktığı bir yarayı simgeliyordu bu hüzün.
Kapıda evin işleriyle ilgilendiğini anladığı kız,
-Hoş geldiniz, dedikten sonra, girişteki büyük salona aldı onu.Evin lüks eşyaları karşısında ağzı açıık kalmıştı Ebruli'nin.O'nun şaşkınlığını anlamışçasına gülümseyen kız,
-Burada bekleyin lütfen, geldiğinizi haber vereyim, diyerek yanından ayrılırken,
Ebruli arkasından telaşla,
-Piyano çalıyorsa rahatsız etmeyin isterseniz, diye seslendi.Kız tedirgin bir şekilde,
-Bir saattir aynı parçayı çalıyor, umarım, daha önceki gibi...dedikten sonra sanki söylememesi gerektiği bir şeyi ağzından kaçırmaktan korkar gibi dudağını ısırarak, sustu.Kız, üst katın merdivenlerini tırmanırken, Ebruli de, bahçeye ve Boğaz'ın nefis manzarasına hakim olan büyük pencerenin önüne geldi. Dışarıyı seyrederken, bir süre sonra piyanonun sesinin kesildiğini duydu.Kız merdivenlerden inerken,
-Şahika Hanım'a söyledim ama...dedikten sonra duraklayarak,
-Birazdan inecek sanırım, içecek bir şey ister misiniz? diye sordu.Ebruli,
-Bir bardak su çok iyi olur, deyince,
Kız,
-Peki, diyerek yanından ayrıldı.Ebruli, hala oturmaya cesaret edemiyordu.Yeniden pencerenin önüne gelerek tedirginliğini azaltmaya çalıştı.Bilmediği bir nedenle, Şahika Hanım'la karşılaştıkları andan itibaren aralarında gergin bir hava oluştuğunu hissediyordu.Aslında; hayranı olduğu bu yazardan mesleği ile ilgili öğrenmek istediği pek çok şey vardı.O yüzden, "huysuzluğu" ile ünlenmiş bu kadınla iyi geçinmenin yollarını bulmak zorundaydı.İçini çekerek "biraz sabretmeliyim" diye mırıldandı.
Merdivenlerde bir ayak sesi işiterek dönüp baktığında, Şahika Hanım'ın yavaş adımlarla aşağıya indiğini gördü.Yüzünde anlamlandıramadığı donuk bir bakış vardı.
O'nu görünce hızlıca yanına gelerek,
-Kaç kere sana bu eve gelmeyeceksin demedim mi? Üstelik, bir de utanmadan benim elbisemi giymişsin, diye bağırarak Ebruli'nin yüzüne sert bir tokat attı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ASLAN'IN İNİNDE
RomanceGenç bir yazar adayı olan Ebruli'nin yolu ünlü yazar Şahika Tecer ve oğlu Aslan'la kesiştiğinde geçmişten gelen sırların kahramanı olacağından haberi bile yoktu.Bu karşılaşma bir tesadüf müydü?Yoksa herşey bir planın parçası mıydı? Ya da acı dolu...