Oturdukları apartman da dahil olmak üzere, yaşadıkları muhit varlıklı insanlarla doluydu.Ebruli, hiç bir zaman mıtluluğun maddiyatta olduğuna inanmamıştı.Evet, para insanlara çok büyük imkanlar sunmakla birlikte,
çevresindeki zengin insanların gözlemlediğinde, bir çoğunun mutsuz olduğuna tanık olmuştu.Paraları vardı ama, birbirleriyle konuşacak ortak bir noktaları bile yoktu.O yüzden; her biri ayrı bir dünyada, kimi alışveriş çılgınlığında, kimi de nerde akşam, orda sabah bir hayata dalmış belki de içlerinde oluşan boşluğu parayla doldurmaya çalışıyorlardı.Gerçi, ablası onun bu fikirlerini duyduğu zaman,
-Bu kadar idealist olma, maalesef paraları varsa mutluluğun umrunda olmadığı bencil çok insan var toplumda, demişti.Yine de, Ebruli hiç bir zaman bu tür insanlardan olamayacağını biliyordu.O, bu yarı bodrum katında, pencerenin önünde binbir güçlükle filizlendirdiği bir bitkiden bile mutluluk duyabilen birisiydi.
Annesi yıllardır kısıtlı imkanlarla hiç bir eksikleri kalmasın diye didinip duruyordu.Abisi ve ablası birer meslek sahibi olup çalışmaya başlayınca, en küçük çocuk sıfatıyla artık sıranın ona geldiğini düşünüyordu. Çocukluğundan beri, annesinin üst üste temizliğe gittiği günlerde ağrılarından geceleri uyuyamayıp sabaha kadar inlediğine tanık olmuştu.Amacı, onun üzerindeki yükü azaltarak artık rahat etmesini sağlamaktı.
Babasının aldığı maaş çok az olduğu için, masraflarını karşılamaya yetmiyordu.Zaten, pek etliye sütlüye karışan bir adam da değildi.Evi annesi çekip.çevirir, babasına kızdığı zaman,
-Dünya yansa Hasan'ın hasırı yanmaz, diye söylenirdi.Bu düşünceler içinde evin kapısına geldiği zaman, annesi ile babasının tartıştıklarını duyunca, aceleyle kapıyı açıp içeriye girdi.
Doktor, annesinin sinirlenince beyin kanaması geçirebileceğini söylediğinden beri, onu üzmemeye özen gösteriyorlardı.
Annesi mutfağın kapısında durmuş babasına,
-Şimdi ablanın söylediği bu sözleri hak ediyor muyum ben söyle ha, söyle, diye bağırıyordu.-Ne var, yalan bir şey mi söyledi, benden beş yaş büyük değil misin?
-Ben duydum onun ne dediğini, o açıkça bana sen çok çöktün, kardeşim senin yanında oğlun gibi duruyor, dedi.
-Yalan mı, aynaya da mı bakmıyorsun?
-Ben keyfimden mi bu kadar çöktüm sanki, sizler için uğraşmadım mı bunca yıldır, sen neden ablana karşı diyemedin bunları.
Nazife bu sözlerden sonra bayılacak gibi olunca Ebruli koşup annesine sarıldı.Hasan da yetişince birlikte Nazife'yi yatak odasına taşırlarken Ebruli,
-Baba hemen ilacını getir, deyince Hasan çekmeceden ilacı alarak, Nazife'ye içirdi.Ebruli, o kadar endişelenmişti ki; ilk defa babasına sesini yükselterek,
-Baba neden böyle yapıyorsun, doktorun söylediklerini unuttun mu, anneme bir şey olursa seni asla affetmem, diyerek ağlamaya başladı.Neden olduğu olaydan dolayı Hasan da çok üzülmüştü.
- Kızım yanlış anladı annen, inan halanla şaka yaptık ama, galiba bu aralar kafasına çok takıyor bu durumu, tövbe bir daha demem.O sırada, Nazife kendine gelmeye başlamıştı.Ebruli onun tansiyonunu ölçerken biraz yükseldiğini görünce,
-Anne, halamla babam sana şaka yapıyorlar gülüp geçeceğine hala kızıyor musun bunlara, bak tansiyonun yükselmiş, ya sana bir şey olsa biz ne yaparız?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ASLAN'IN İNİNDE
RomanceGenç bir yazar adayı olan Ebruli'nin yolu ünlü yazar Şahika Tecer ve oğlu Aslan'la kesiştiğinde geçmişten gelen sırların kahramanı olacağından haberi bile yoktu.Bu karşılaşma bir tesadüf müydü?Yoksa herşey bir planın parçası mıydı? Ya da acı dolu...