89

2.7K 192 13
                                    

Nazife hastane odasına girdiğinde Neşe'nin yanına koşup,
-Yavrum....gözün aydın kuzum. diyerek sarıldı.Saçlarını okşarken,
-Nasılsın ağrın falan var mı? diye sorunca,

Neşe, biraz halsiz bir sesle
-Şimdi daha iyiyim sağol anne...
diye yanıtladı.

O sırada, bir hemşire bebeği odaya getirip annesinin kucağına koyunca, Nazife, bebeğe hayranlıkla bakarak,
-Ay! maşallah pek de tatlı, hele adı ne olacak düşündünüz mü hiç?

Yavuz,
-Anne biz, babalarımızın adı Hasan Enver olsun istedik, deyince Nazife çok duygulanmıştı.Yaşaran gözlerini silerken,
-Pek de iyi olur, inşallah onlar yattıkça Allah sizlere, yavrunuza uzun ömür versin, diyerek dua etti.

Elbette Nazife, onu hayata sımsıkı bağlayacak aile ağaçlarında yeşeren bu yeni filize sımsıkı sarılacaktı.
Hasan Enver'ine bakarken, gözlerindeki mutluluk ışığı parıldayıp, dudaklarından bir ninni olarak döküldü.

Evimize doğdu ışık
Cevizden yaptırdım beşik
Sofrada arttı bir kaşık
Nenni benim gül bebeğim
Hadi bana gül bebeğim

Bebeğim pek nazlı imiş
Gözyaşları tuzlu imiş
Oğlanın adı Hasan Enver imiş
Nenni benim gül bebeğim
Hadi bana gül bebeğim,
...

Meryem, mutfak masasındaki kahvaltıyı toplarken gözü parmağındaki yüzüğe takıldı.Belki de, en mutlu olması gereken bu günlerde içindeki sıkıntıya bir türlü anlam veremiyordu.Geçen hafta aile arasında yapılan küçük bir merasimle Mahmutla nişanlanmıştı.O gün, bir ailesi olmamasının acısını iliklerine kadar hissetmiş olsa da, bu mutlu gününde Şahika Hanım ve Aslan Bey onu yalnız bırakmamışlardı.Aslan Bey, Meryem'in ailesi sıfatıyla Kanlıca'daki evde bir nişan töreni hazırlatmıştı.

Şahika Hanım ara sıra isimleri ve yüzleri unutsa da, yapılan törenin çiftin mutluluğuna vesile olmasını dileyerek kesmişti nişan kurdelesini.Aslan Bey de, evlendiklerinde tüm masraflarını karşılayacağına ve çalışmaya devam etmek istediği taktirde ona her konuda yardımcı olacağına söz vermişti.Yetiştirme yurdundan çıkıp bu eve geldiği günden beri ona kol kanat geren bu insanlara karşı içinde sonsuz bir minnet duygusu hissediyordu.

Topladığı bulaşıkları makineye yerleştirmek üzere eğildiğinde kulağına çalınan,
-Bebeği bin dokuz yüz doksan dört yılının Mayıs ayının yirmi dördünde Cami'i Kebir'in avlusuna bırakmıştım sözlerini duyunca istemsizce dönüp televizyona baktı.Bu onun bebekken bulunduğu tarih ve yere uyuyordu.
Televizyon ekranındaki kırklı yaşlardaki ufak tefek kadına bakınca, kendisine olan benzerliği karşısında donup kaldı.Bu kadın onun annesi olabilir miydi ?
-Hayır hayır...dedi kendi kendine küçücük bebeğini gecenin bir vaktinde bir cami avlusuna terk eden bir kadının zaten anne sıfatını almaya bile hakkı yok... diye düşündü.

Ekranda sürekli göz yaşı döküp, geçmişte yaptığı bu cahillikten söz ederek af dileyen bu kadına bakmaya bile tahammül edemeyince, televizyonu hemen kapattı.Masaya çökerken kalbi deli gibi çarpıyotdu.

Alnında biriken ter damlalarını silmeye çalışırken, aklına doluşan onlarca soruyla başa çıkmakta zorlanıyordu.O, bunca yıl boyunca ailesine kavuşmayı deli gibi arzularken, diğer yandan da, onların olmadığına inandırmıştı kendini.Bir gün aniden ortaya çıkarlarsa onlara nasıl davranması gerektiğini hayal bile edememişti. Eğer, annesini bulursa mutlaka babası ve belki varsa kardeşlerini de tanıma imkanı bulacaktı.Bu ihtimal onun yüreğinde öfkeyle karışık bir sevinç yaratmıştı.Fakat kalbi çocukluğundan beri bir garip bir kuş gibi örselenmiş ve çoğu zaman hayal kırıklıklarıyla kanamıştı. Şimdi böyle bir olasılık yangın yerine serpilen kar taneleri gibi bir ferahlama hissi yaratsa da, bir sürü karışık duygunun arasında bocalayıp duruyordu.

ASLAN'IN İNİNDEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin