Züleyha gibi bekleyenin,
Yusuf gibi yari olur...Bir rivayete göre;
MÖ 5. yy'da Yunanlılar tarafından İstanbul Boğazı'nın Salacak Sahili'ne yapılmış güzeller güzeli bir Kız Kulesi varmış.
Bütün aşıklar Salacak Sahili'ne oturup, Kız Kulesi'ni izlemişler yıllar boyu.Kız Kulesi de onları. Ama ne varki her izlediği aşıkta da kendi yalnızlığını hissetmiş. Hissettikçe içine kapanmış; ışıltısını, neşesini kaybetmiş zamanla. Derken bir gün Galata Kulesi yükselmiş tüm ihtişamıyla karşısına.
Pek heybetli, pek yakışıklıymış. Birbirlerini görür gözmez aşık olmuşlar.
Ama imkansızmış bu aşk aralarında koca bir deniz oldukça.
Kız Kulesi günden güne soluyormuş aşkından. Galata Kulesi de kahroluyormuş onu böyle gördükçe ve belki bir gün ulaştırırım diye mektuplar, şiirler yazmış Kız Kulesi'ne.
Sonra bir gün Hezarfen Ahmet Çelebi çıkıvermiş Galata Kulesi'ne, Üsküdar'a uçmak için. Galata Kulesi anlatmış aşkını, yazdığı mektupları bu çılgın çelebiye. Hezarfen dayanamamış aşıkların haline, almış hepsini yanına, atlamış kuleden. Ama rüzgarla oradan oraya savrulurken düşürmüş tüm mektupları boğazın serin sularına.
Galata Kulesi görünce aşkının denize döküldüğünü ne yapacağını şaşırmış. Yine de anlamış Kız Kulesi bu yakışıklı adamın da ona aşık olduğunu ve başlamış martılarla şarkı söylemeye.
Aşklarının karşılıksız olmadığını gören iki kule, günden güne güzelleşip, daha da parlak durmuşlar İstanbul'da.
Aşk işte bu kadar imkansızken bile iki kişi arasında, uzaktan uzağa sevmeye bile razı olmuş sevenler birbirini. Kız Kulesi ve Galata Kulesi bile aşkından sevgisinden vazgeçmemişlerken Giray mı vazgeçecekti sanki?
Vazgeçmezdi ki! Daha doğrusu vazgeçemezdi ki. Sevmişti bir kere bir deniz gözlüyü aşk kokuluyu. Bundan sonra bakamasa da o gözlere alamasada o kokuyu yine ölesiye kadar bir tek onun adı dökülürdü dudaklarından.
Pes etmişti genç adam. Artık küçücük yüreğe kan kusturmamak için pes etmişti. Hiç kimse sanmasın ki kolay vazgeçtiğini. O da istemezmiydi ki herşeye rağmen karısına kadınına sahip çıkmayı. Ama onun elini el değil aşık olduğu kadın bağlamıştı. Anlamıştı genç adam hemde köpek gibi anlamıştı. Karısı artık yorulmuştu, bu yükler ona ağır geliyordu. Nasılda bağırıyordu gözleri kurtar beni bu yüklerden diye. Ama işte bazen görürüz görmemezlikten geliriz. İşte Giray ilk defa görmemezlikten gelmemişti. Görmüştü!
Leyal dönüp durduğu yatağında kendisini uyku tutmayacağını anlamış artık daha fazla uyumak için çabalamayı bırakmıştı. Zaten şunun şurasında sabahada pek bir şey kalmamıştı. O yüzden ayağını sıcak yorganından dışarıya çıkarıp soğuk zeminle buluşturmuştu. Genç kadın az ilerdeki koltuğun üzerindeki sabahlığını geceliğinin üzerine geçirmiş kurşağınıda bağlayıp odadan dışarıya çıkmıştı.
Sinirleri o kadar çok gerilmişti ki bir papatya çayı onun rahatlamasına yardımcı olacaktı. Bu yüzden adımlarını mutfağa doğru atmaya başlamıştı. Aradan geçen bir kaç dakikanın ardından elindeki sıcak kupayla pencerenin önünde dikilip karşısındaki evi izlemeye dalmıştı genç kadın. Saat sabahın beşiydi. Bu saatte mahalleleri o kadar çok sessizdi ki dışarda insan yok denilecek kadar azdı. Sadece bir kaç kişi vardı. Onlarda yan taraflarında bulunan fırında çalışan işçilerdi. Eskiden beri pencerelerinden dışarıyı izlemek Leyal'in en büyük tutkusuydu. Sanki burdan bütün dünyayı izliyormuş gibiydi. Bu onun çocukluğunun en masum tarafıydı. Çünkü küçük Leyal o zamanlar dünya denilen şeyin sadece bu mahalleden ibaret olduğunu düşünüyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
RUHUM SENİ SEÇTİ
General Fictionİyi adamlar yanlızlıktan ölüyor,İyi kadınlar ise kötü adamların balkonundan gökyüzüne bakarken...... Dostoyevski Giray karşısındaki kadınların istediği herşeyi kabul etmişti ama onunda bir şartı vardı şimdi bunu söylemeliydi ki ilerde olacakların ö...