Yerden bu kadar yüksekteyken beni yakalayan şeyin kollarından kurtulmaya çalışmak yalnızca kendi ölümüme zemin hazırlamak olurdu. Bu nedenle, yaratık ile koşullarımızın eşitlenmesi adına, yere inmeyi bekleyecektim. Açıkçası beni kaçıran şeyin ne olduğunu gerçekten merak ediyordum, bir insan gibi elleri ve kolları olmasına rağmen kocaman, beyaz tüylü kanatları vardı. Gözlerimi kapatıp bir an önce beni götüreceği yere varmasını beklemeye başladım. İçim hiç rahat etmiyordu. Kurtulmak için bir şeyler yapmalıydım. Zihnimde bize en yakın olan Dianna'nın pavolasının bizim gittiğimiz yönden ilerlediğini canlandırmaya başladım. Geçtiğimiz yerleri hatırlamak için kendimi zorluyor, pavolanın da o yollardan geçtiğini zihnimde canlandırıyordum. Bir noktadan sonrasını bir türlü hatırlayamıyordum çünkü gözlerimi kapatmıştım. Pişmanlık hissiyle yaptığım hatanın sebep olduğu öfke birbirine karışırken bir çözüm yolu bulmaya uğraştım. Bu sırada ayaklarımın bir zemine değdiğini hissetmem dikkatimi dağıtmış ve gözlerimi açmama sebep olmuştu. Zemine bastığım anda yaratığın etrafımı saran kollarından kurtulduğumu hayal ettim. Kolları ayrılıyordu ve benden uzağa sürükleniyordu.
"Bu kadar sessiz olmanın iyiye işaret olduğunu düşünmüyorum." dedi beni sıkı sıkıya tutan adam çenesini omzuma yerleştirirken. Güçlerimin işe yaraması için onu dinlememeliydim, konsantre olmalıydım. Fakat zihnim çoktan dağılmıştı bile. Beyaz kanatlı bir adam ile ilgili daha önce bir efsane okuduğumu hatırlamıyordum. Derken aklıma gelen fikirle diğer tüm düşüncelerimin donduğunu hissettim.
Eros. Fakat bu onun sesi değildi.
"Sen kimsin?" Şimdi ilk amacım ondan kurtulmak değil, kim olduğuna dair duyduğum merakı gidermekti. Kollarının arasından sıyrılmayı denedim ama bunu yapma sebebimin kaçmak değil de onu tanımlamak olduğunu bilmeyen adam gitmeme, şaşırtıcı olmayan bir şekilde, izin vermedi. Beni kas gücümü kullanmaya zorluyordu yani... Derin bir nefes aldım ve belimde kenetlenmiş ellerinin üzerine ellerimi koydum. Orta boydaki tırnaklarımı parmak eklemlerinin tam altına, geçirebildiğim kadar derine batırdım ve iki elinin üzerindeki ellerimi bileğine ulaşana kadar geriye çektim. Kulağımın dibinde çıkardığı acı dolu boğuk sesle ellerini benden çekip uzaklaştı. Elinin üzerindeki kanı gördüğümde ölü deri ve kan ile kirlenmiş tırnak diplerime baktım. Yüzümü buruşturmama engel olamamıştım. Tırnaklarımı hedeflediğimden biraz daha derine batırmış olabilirdim. Ben karşımdaki adamı incelerken o hala kanayan eline şok içinde bakmakla meşguldü. Başını kaldırdığında bakışlarında yüzen öfkeyi görebilmiştim. Ela rengi gözleri benim muhtemelen mavi boyalı duvardan farksız gözlerime kilitlenmişti.
"Kimsin sen?" dedim kılıfında duran tabancamı çıkartırken. Buğday tenli adamın yüzünde bir sırıtış belirdi.
"Tarih kendini tekrar eder, önce trajedi, sonra da komedi olarak." dedi sanki tam kalbine nişan alınmış tabancamla karşında durmuyormuşum gibi bir rahatlıkla.
"Karl Marx." Sözün kime ait olduğunu belirttiğimde bunu bileceğimi tahmin etmiş gibi gülümsedi.
"Athena'nın kızı olduğunu söylemişlerdi." Ünlü bir sözü bilmek için önemli ölçüde zekaya gerek yoktu fakat bu söylediğiyle kast ettiği asıl şeyi anlamıştım, benim kim olduğumu bildiğinin bir kez daha altını çiziyordu. Dikkatimi yeniden topladım ve asıl soruma döndüm.
"Bana kim olduğunu söyleyecek misin?" Ciddiyetimi anlaması açısından tabancanın ucunu hafifçe sallayıp varlığını hatırlattım.
Söylediği sözü bir kez daha aklımdan geçirdim. Tarih kendini tekrar eder.
"Sen Eros'un çocuğusun!" dedim şaşkınlıktan irileşen gözlerimle. Beni alkışlarken sırıtışı genişledi ve beyaz dişleri ortaya çıktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KELEBEK
FantasyMitolojide kelebek ateşi simgeler, ateşe koşan pervane böceğinin yanıp ateşle bağdaşmasıdır. Eski Yunan'da ise ruhun beden üzerindeki etkisini ve bu etkinin yarattığı büyük değişimleri simgeler. Mavi kelebek, saf ruhu simgeler. Bu, monoton hayatını...