“Chul-Moo?” Karanlığın arasından bir adam çıktı. Arkaya doğru taranmış koyu renk saçları, haddinden fazla çıkık elmacık kemikleri, çekik koyu renk gözleri ile öyle bir imaj oluşturuyordu ki, sanki daha önce hiç gülmemiş veya gülmeyi çoktan unutmuştu. Kırklı yaşlarını geçkin olduğunu düşünüyordum. Anlamadığım bir dilde birkaç cümle söyledi. Bertilda da ona aynı dilde karşılık vermişti. Adam Isaac ve bana uzun sayılabilecek bakışlar attıktan sonra öne doğru bir adım daha ilerledi. Gözleri bende sabit kalmıştı. Başıma öyle bir sancı saplandı ki, beynimin ortadan ikiye yarıldığını düşündüm. Refleks olarak elim başımın üstüne kapanmıştı. Adam gözlerini bir saniye bile benden ayırmıyordu. Bunu onun yaptığına emindim ama nasıl yaptığına dair bir fikrim yoktu. Ellerini paltosunun cebinden bile çıkarmamıştı. Başımdaki baskı gittikçe artıyor, sancı yerini sürekli bir ağrıya bırakıyordu. Nefesim kesilmişti. Beynimin patlayacağını sandığım yere kadar baskı tırmanıyor, ardından durup tekrar başlıyordu. Isaac’in adımı seslendiğini duyabiliyordum fakat cevap verebilecek kadar iyi değildim. Görüşüm karıncalanırken ona tutunmaya çalıştım.
“Ona ne yapıyorsunuz?” diye bağırdı. Başımdaki baskı ve ağrı gittikçe azalırken derin ve rahat bir nefes aldım.
“Bu Algos, Jane. Izdırap Tanrısı. Yeteneklerini beğendiğini umuyorum. Evet, Isaac. Eğer onun daha fazla acı çekmesini istemiyorsan benimle geleceksin.” Başımı kaldırıp Isaac’e baktım.
“Hayır, gitme. Lütfen onunla gitme.” Bileklerine yapıştım. İlkinden daha şiddetli bir sancı beynime girince belli etmemek için her şeyi yaptım fakat gözlerimden akan yaşlar ağrımın şiddetini anlatmaya yetti.
“Senin için geri döneceğim.” Sözlerini bitirir bitirmez başıma bir öpücük kondurdu. Gitmesini engellemek için ona sarıldım. Bir süre ona sarılmama izin verdikten sonra yavaşça omuzlarımdan ittirip ayrılmamızı sağladı ve Bertilda’ya doğru ilerledi. Beynimin eriyip kulaklarımdan akacağını düşünüyordum. Isaac gidince dengede bile duramamıştım. Bertilda onu alıp hızla uzaklaşırken Chul-Moo, gözlerini benden ayırmadan hünerini sergilemeye devam ediyordu. Burnumdan akan sıcak kanı elimin tersiyle sildim.
“Namaste.” Eğilip selamını verdikten sonra yüzündeki şeytani gülümsemeyi bozmadan Bertilda ve Isaac’in gittiği yöne ilerledi. Onu takip etmek için arkasından koşmaya çalıştım fakat ayaklarım birbirine dolanınca yere yapışmıştım. Başım hala iyi değildi. Ağrı gitmişti ama sanki yankıları hala devam ediyordu. Daha fazla direnmeden başımı çimlere koydum.
*
Gözlerimi açmaya çalışsam da başarılı olamadım. Bir yatağa yatırılmıştım. Yumuşak bir yüzeyde olduğumu anlamak zor değildi. Başımda soğuk bir bezin varlığını hissediyordum. Biri elimi sıkıca tutuyordu.
“Eğer biraz daha uyanmazsa yüzüne su dökeceğim.” Hector’ın sesini tanıyabilmiştim.
“Nasıl bu hale geldi?” Çok daha kibar ve çok daha alçak sesle konuşan kişinin sesinden Dianna olduğunu çıkarabildim. Boş olan elimi de bir diğer kişi tuttu.
“Su getirdim!” Bu ses daha alışkın olmadığım bir kızın sesiydi. İnci olduğunu tahmin ettim. Başım hala zonkluyordu. Biri parmağını dudaklarımın üzerine koydu ve bir iki saniye sonra çekti.
“Ateşi hala düşmemiş. Fred, dereceyi nereye koydun?” Konuşan Leonard’dı. Ateşim mi çıkmıştı? Başımdaki soğuk bezin nedeni anlaşılıyordu işte.
“Ben dayanamayacağım.” Yüzümün aralıklarla dürtülmesi beni rahatsız etmişti.
“Hector bıraksana. Kız uyanırsa uyanır.” Olenka’nın aksanını tanımamak için ancak ölü olmak gerekirdi. Fakat Hector durmamıştı. Rahatsızca kımıldandığımda elini yüzümden çekti. O elini çekmese ben iterdim ama iki elim de doluydu. Gözlerimi açmak zorunda kalmıştım. Uyandığıma memnun muydu artık?! Gözlerimi birkaç kez kırpıştırıp ışığa alışmaya çalıştım. Parlak ışık rahatsız ediciydi. Leonard başımın üstündeki bezi aldı ve ben onu izlerken suya batırıp sıktıktan sonra tekrar alnıma koydu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KELEBEK
FantasyMitolojide kelebek ateşi simgeler, ateşe koşan pervane böceğinin yanıp ateşle bağdaşmasıdır. Eski Yunan'da ise ruhun beden üzerindeki etkisini ve bu etkinin yarattığı büyük değişimleri simgeler. Mavi kelebek, saf ruhu simgeler. Bu, monoton hayatını...