“Olenka’ya ben haber veririm.” Adriana hatırlatmasa Olenka’nın varlığını çoktan unutmuştum.
“Ben de Leonard’a söylerim. Hala gelmediğine göre şu İrlandalı kızı bırakamadı.” dedi Fred sırıtarak. Kaşlarımı kaldırarak ona baktım. Benimki sadece bir tahmindi fakat haklı çıkmıştım. Leonard’ın misafiri bir kızdı.
“Tam olarak nereye gideceğiz?” Ted’in sorusuyla tekrar işe odaklandım. “Ayrıca bu yaratıkların adı ne? Araştırma yapmak istiyorum.” Paulo Ted’e de bana da cevap vermedi. Bu yargılayıcı bakışlarının nedeni muhtemelen onu hemen soruya boğmuş olmamızdı. Onun cevabını beklememeye karar verdim.
“İnci çantanı uzatır mısın?” İnci bana anlamadığını belli edercesine bir ifadeyle baktıktan sonra çantasını uzattı. Kendim yanımda çanta getirmeyeceğim için tabletimi onun çantasına koymuştum. Acil bir durumda bunu kullanabileceğimi tahmin etmiştim ve bu acil bir durum sayılabilirdi. Tabletin açılmasını beklerken çantasını İnci’ye geri verdim.
Ted’e, “Ben de bu çanta niye bu kadar ağır diyordum…” diye mırıldandığını duydum. Ted onun zekasından şüphe eden bakışlarla ona bakıyordu.
İnci yüzünde büyük bir sırıtışla, “Niye öyle bakıyorsun?” diyerek Ted’in omzuna kafa attı. Ted kollarını etrafına sardı ve onu kendine çekti. “Belki boğulursun.” Şaka yaptığı belliydi. Fakat Poseidon’un oğlu sizi boğmakla ilgili bir şaka yapınca insan korkmadan edemiyordu. Yine de, dışarıdan çok sevimli görünüyorlardı. Ben onları izlerken Hector’ın koluma dokunmasıyla ona döndüm.
“Tablet açıldı,” diye ekranı işaret etti. Gözlerimi kısıp kınayan bakışlarla onu süzdüm. Başımı olumsuzca sallasam da tabletin ekran kilidini açıp Paulo’ya döndüm. Dikkatimi ona yönelttiğimi fark edince kibarca Dianna’dan ayrılıp masaya dirseklerini dayadı ve anlatmak için öne doğru eğildi. Zaten bence bu masada oturanları kibarlık sırasına koysak, listede Fred bile Hector’dan daha önde olurdu.
“Onların konuştuğunu gördüm. Bir yere tırmanmaktan bahsediyorlardı. Yerin adı Ben-bir şeyler.”
“Dağlara tırmanılır, başka bir yer olacağını sanmıyorum. Bence bu kadar bilgiyle nereye gittikleri bulunabilir.” diye araya girdi İnci. Adriana başıyla onayladı.
“Hangi yaratıkla karşılaşacağımızı biliyor musun?” Paulo Adriana’nın sorusuna karşılık başını olumsuzca salladı.
“Dağda yaşayan bir yaratığın sevimli olacağını sanmıyorum.” dedim yüzümü buruşturarak. “Hangisi sevimliydi ki?” Anlaşılan Fred de benim kadar bıkkındı bu durumdan.
“Pavola’yı unutmayın.” diye hatırlattı Ted.
“Eddie’yi de unutmayın.” İnci’ye gülümseyerek baktım. O da bana aynı gülümsemeyle bakıyordu. Eddie’yi özlemiştik. Ted’in çok salak olduğumuz mesajını veren iğneleyici bakışlarına aldırmadım. Onları dinlememeye karar verip bildiğim şekilde ‘dağ’ ve ‘ben’ kelimelerini arama motorunda arattım. İlk karşıma çıkan siteyi açtım.
“Ben Nevis. Britanya adalarının en yüksek dağı.” Sesli okumayı kesip bütün paragrafa göz gezdirdim ve tabletin ekranını kapattım. “Dağ İskoçya’da Fort William diye bir kasabanın yakınlarındaymış. Sanırım karşı grup bu çevredeki tüm yaratıklar ile anlaşmak istiyor.”
“Onlar bu kadar hazırlıklı olunca kendimi çok rahatsız hissediyorum.” Adriana kollarını göğsünde kavuşturup somurtkan bir ifadeyle sırtını koltuğa yasladı. Haklı olduğunu düşünüyordum. Tekrar tabletimi açıp oraya nasıl ulaşabileceğimizi araştırmaya koyuldum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KELEBEK
FantasyMitolojide kelebek ateşi simgeler, ateşe koşan pervane böceğinin yanıp ateşle bağdaşmasıdır. Eski Yunan'da ise ruhun beden üzerindeki etkisini ve bu etkinin yarattığı büyük değişimleri simgeler. Mavi kelebek, saf ruhu simgeler. Bu, monoton hayatını...