Çarpmanın etkisiyle sızlayan popoma aldırmadan yerden kalktım. İkisine de çok sert bakışlar atmaya uğraşıyordum.
“Bunun hakkında, tek bir kelime bile söylemeyeceksiniz.” Parmağımı tehditkar bir biçimde sallarken arka arka giderek kapıya varmıştım. “Tek bir kelime bile.” Son uyarımı yaptıktan sonra onlara söz hakkı vermeden odadan çıktım. Bir sincap sinsiliğiyle odama doğru ilerliyordum ki, Leonard’ın kolumdan çekip beni kendine döndürmesi ortamdaki tek sincap olmadığımı hatırlattı. Bu kadar sessiz hareket edebilmeyi nasıl başarabilmişti? Onun bir şey söylemesine izin vermeden fısıltıyla konuşmaya başladım.
“Yemin ederim ki farkında değildim. Mutfaktan odama gitmeye çalışıyordum ama çok karanlıktı. Ben de odamdayım sandım. Zaten bütün odalar birbirine benziyormuş. Gerçekten bilerek yapmadım. Benim yüzünden o kızla aran açılsın istemem. O yüzden kimseye söylemeyelim, tamam mı? Hem eğer birinin yanına bilerek yatacak olsam geleceğim en son kişi olurdun. İçin rahat olsun. Korkma benden. Sapık değil-“
“Tamam, sus. Anladım. Ben sadece sana kızmadığımı söyleyecektim. Tabi ki de sayende konuşamadım. O saçma cümle yumağının içinde merak ettiğim tek bir soru var. Sen bana güvenmiyor musun?” Haklı olduğunu düşünüyordum. Dediklerini zihnimden geçirirken başımı salladım. Doğru söylüyordu.
“Başını salladığına göre güvenmiyorsun. Peki, bunu sen istedin. Önüme gelen herkese anlatacağım.” Duraksadı.”Hikayede bazı değişiklikler yapabilirim. Örneğin, bilerek yanıma geldiğin ya da bunu daha önce de yapmış olduğun. O anki ruh halime bağlı.” Salona doğru yürümeye başlayınca arkasından koşarak kolunu yakaladım. Tahmin ettiğim gibi durduramamıştım. Hatta koluna okaliptüse yapışan bir koala gibi yapıştığımdan bir süre peşinde sürüklenmiştim. Merdivenleri bile bu şekilde indirmişti. Bu sürme esnasında çeşitli cümlelerle onu ikna etmeye çalışıyordum.
Taktik değiştirmeyi tercih ettim.“Bak, en çok seni severim, bilirsin. Bütün ekip bir yana sen bir yana kardeş Leonard.” Salona doğru sürüklenmeye devam ediyordum. İşe yaramamıştı. “Bunu söylememek için benden ne istiyorsun?” Zihnimde canlanan tek şey, herkesin benimle ne kadar çok alay edeceğiydi. Salon kapısına geldiğimizde dursun diye kolunu bırakıp beline sarıldım. Leonard durunca sırıtmamı engellemeye çalıştım.
“Sana sarılan kim? Frederick mi?” Hector’ın sesini duyunca nefesimi tutmuştum. Leonard’ın sırtına saklandım. Sesimi olduğunca kalınlaştırdıktan sonra konuştum.
“Evet benim.” Sesim dönmeler gibi çıkmıştı. Leonard sadece gülüyordu.
“Jane? Ne yapıyorsun sen orada?” Hector bunu yemediğine göre artık saklanmamın bir manası yoktu. Başımı yavaşça çıkardım ve yanağımı Leonard’ın omzuna koyup Hector’ın yüz ifadesine baktım. Leonard ellerimi çözdü ve ondan ayrılmamı sağladı. Ben yakalanmamızın şokuyla pek hareket edemiyordum zaten.
“Ne olduğunu anlatmak ister misiniz?”
“Hayır.” Ben hayır derken, Leonard’ın evet dediğini duymuştum. Gözlerimi kurbağa gibi açarak ona baktım. Leonard hala gülüyordu. Hector ikimizden açıklama bekliyor olmalıydı.
“Mutfakta sanki rakun varmış gibi çeşitli tıkırtılar geliyordu. Ne olduğuna bakmak için içeri girdiğimde Paulo’nun Fred için hazırladığı garip isimli Alman yemeğini yiyen Jane’i gördüm. Kimseye söylememem için yalvarıyordu işte.” İmalı bir şekilde güldü. “Anlatmış oldum.” Kafa sallayarak yanlarından uzaklaştım.*
Kırmızı boyalı kapıyı açan Emily’nin üstüne atlayıp ona sıkı sıkı sarıldım. Uzun süredir ayrı kalmıştık. Kaburgalarımızı olabildiğince sıkıyor ve birbirimizi nefessiz bırakmaya çalışıyorduk. Ayrıldığımızda yanağımı ısırdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KELEBEK
FantasyMitolojide kelebek ateşi simgeler, ateşe koşan pervane böceğinin yanıp ateşle bağdaşmasıdır. Eski Yunan'da ise ruhun beden üzerindeki etkisini ve bu etkinin yarattığı büyük değişimleri simgeler. Mavi kelebek, saf ruhu simgeler. Bu, monoton hayatını...