“Buraya gelin!” Adriana elindeki çubukla mağaranın içerisini işaret etti. Hiç itiraz etmeden, İnci’nin de geldiğine emin olduktan sonra, mağaranın içine ilerledim.
“Yaratıkların hepsinin bizi yemek istemesinden yoruldum.” İnci’nin sessiz sayılabilecek fısıltısını Adriana sert bir uyarıyla susturdu. Ben de İnci’ye hak veriyordum. Yine de, altı kollu mitolojik yaratığa yerimizi belli edip onun tarafından yenmemek adına sesimi çıkarmamayı yeğledim. Mağaranın iç kısımlarına doğru ilerledikçe karanlık iyiden iyiye artıyordu. Ayaklarımızın dibinden geçen farelere ait olduğunu düşündüğüm minik tıkırtılar ve üçümüzün nefes alış verişi hariç hiçbir ses duyulmuyordu. Bulunduğumuz koşulların kesinlikle ürkütücü olduğunu söyleyebilirdim ama en azından mağara boştu ve içinde hiçbir yaratığa rastlamamıştık. Üzücü olan kısım ise mağaranın karşı ucunun tamamen karanlık oluşuydu. Yani bu taraftan bir çıkış olma ihtimali hayli azdı.
“Geri dönüp diğerlerine bakmalıyız.” İnci, Adriana’nın sessiz olması yönündeki uyarılarına pek kulak asmıyor gibiydi. “Tamam, gidelim.” Adriana bu fikri onaylayarak beni şaşırtmıştı. Çünkü çok da akıllıca bir öneri değildi. Elimizdeki sopalar ile yaratıklara nasıl karşı koyacağımız büyük merak konusuydu. Muhalefet olmamayı tercih edip sustum ve mağaranın girişine doğru yürüyen kızları takip ettim. Hızlı adımlarla ışığın yoğun şekilde ulaştığı mağara girişine varmıştık. Görünürde ne bir yaratık, ne de grubumuzdan biri vardı. Yine de temkinli hareket ediyorduk. Hızlı fakat ölçülü adımlarla geldiğimiz yolu dönmüş ve görev dağılımını yaptığımız yere ilerlemiştik. Birden bire sağ tarafımda beliren banshee korkuyla İnci’nin koluna tutunmama, ayrıca içimden bildiğim tüm küfürleri saymama neden olmuştu.
“Ben Fred’i bulmaya gideceğim. Siz sağdan üçüncü mağaraya girin. Diğerleri oradalar. Anlaşma yapıyorlar.” Yüzündeki gizlemeye çalıştığı gülümseme muhtemelen az önce beni ölesiye korkutmasından duyduğu hazzın ürünüydü.
“Madem anlaşıyorlardı, Frederick neden kaçtı?” dedi Adriana kaşlarını çatarak.
“Galiba yaratıkların saldıracağını sandı. Olenka ona hiçbir şey diyemeden de koşarak kaçtı.” Banshee omuz silkti ve yok oldu. Ona biraz ahlak kurallarını öğretmek gerekiyordu anlaşılan. Böyle bir anda yok olup bir anda belirmesi, onun toplumunda hoş görülse de insanlar arasında hoş görülemezdi. Aramızda tek kelime etmeden bansheenin bize söylediği gibi sağdan üçüncü mağaraya doğru ilerlemeye başladık. Küçük çaplı tırmanışımız sona erip mağaranın önüne vardığımızda Olenka’nın mağarada yankılanan sesini duydum.
“O zaman anlaştık,” diyordu.
Olenka’nın yumuşak, pürüzsüz ve nazik sesine kıyasla hırlama gibi çıkan bir diğer ses karşılık verdi.“Önce işini yap.”Sesin yaratıklardan birine ait olduğuna şüphe yoktu.
Adım seslerini duyduğumda içeri girmekten vazgeçtim. Kızlara da girmemelerini işaret ettim fakat zaten ikisinin de böyle bir niyetinin olmadığı gayet açıktı. Mağaradan çıkan ilk kişi Ted olmuştu. Yüzü ciddi ve ifadesiz olduğu için, yaratığın bahsettiği işin olumlu mu yoksa olumsuz mu olduğunu tahmin edememiştim.
Merakıma yenik düştüm. “Ne işinden bahsediyorlar?” Ted’in arkasından Hector da, Olenka da mağaradan çıktılar. Arkadan gelen karaltı onları takip ediyorken birden duraksadı. Bunu fark eden Olenka kaşlarını çatıp ona döndü. Yaratığın tereddüdünü anlamış olacak, tutması için elini uzatırken yüzüne samimi bir gülümseme yerleştirdi.
“Olenka onlarla bir anlaşma yaptı.” dedi Ted, Olenka yaratığı gün ışığına çıkarmak için kendine doğru çekerken.
“Ne anlaşması?” Adriana benden de daha sabırsızdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KELEBEK
FantasyMitolojide kelebek ateşi simgeler, ateşe koşan pervane böceğinin yanıp ateşle bağdaşmasıdır. Eski Yunan'da ise ruhun beden üzerindeki etkisini ve bu etkinin yarattığı büyük değişimleri simgeler. Mavi kelebek, saf ruhu simgeler. Bu, monoton hayatını...