“Neler oluyor?” Adriana veya Fred’in benden daha fazla bir şey bildiklerine emin değildim fakat yine de bakışlarım açıklama beklercesine ikisinin arasında gidip geldi.
“Ben eve dönüyordum, birinin bana seslendiğini duydum. Ben ilerledikçe o ses ona daha da yaklaşmamı istedi. Sonra birden bire senin gibi buraya düştüm.” dedi Adriana omuz silkerek.
“Ben de odama çıkmıştım, kitaplarımı alacaktım. Bir karaltı gördüğümde ona bakmama fırsat vermeden kayboldu. Ardından enseme aldığım darbeyle bayılmışım. Uyandığımda buradaydım.” Fred’in kaçırılması Adriana ve benim kaçırılmamdan daha zor olmuştu anlaşılan.
“Bizi kaçıran şeyi gördünüz mü?” Sorumla birlikte ikisinin de yüzlerine gölge düştü.
“Çok büyük ve siyah… Ayrıca bunu o yaptı,” Adriana kolunu uzattığında kolunun iç kısmında kalan üç çizik gördüm. Yara henüz tazeydi. Etrafındaki kanlar kurumaya başlamıştı.
“Bunu da,” Fred tişörtünün yakasını omzuna kadar çekerken yüzünde hissettiği acıyı belli eden bir ifade oluştu. Omzunda derin ısırık izleri vardı. Onlar yaralarını giydikleri tişörtlerle kapatırken yutkundum. Başıma gelebileceklerden, hepimizin başına gelebileceklerden korkuyordum. Ancak oturabileceğimiz, ayağa kalkamayacağımız derinlikte bir kafesin içindeydik. Parmaklıklardan içeriye sıcaklık ve ışık vuruyordu. Hatta ışık o kadar parlaktı ki, Fred ve Adriana sırtlarını parmaklığa dönerek oturmuşlardı. Muhtemelen birazdan ben de onların yanına geçerdim.
“Size neden bunları yaptı?” diye sordum, aslında verecekleri cevaptan korkuyordum.
Adriana başını eğdi. “Hiçbir şey yapmadık.” Korktuğum cevap tam olarak da buydu.
“Ben gelirken yanımda Hector vardı. Yani o bizim burada olduğumuzu bildiğine göre, kesin bizi çıkarmak için bir yol bulacaktır.” Ona güveniyordum ama güvenmediğim şey bizi burada tutan yaratıktı. Hector buraya gelmek için bir yol bulana kadar sağ kalıp kalmayacağımız merak konusuydu.
“O zaman-“ Fred’in hevesle başladığı cümlesi Adriana’nın sertçe susturması nedeniyle yarım kaldı. “Yaratık, geliyor.” dedi fısıltıdan yüksek olmayan bir sesle. Korkuyla nefesimi tutmuştum. Yaratığın benim için geldiğine şüphe yoktu. Adriana ve Fred sırtlarını dayadıkları parmaklıktan ses çıkarmamaya özen göstererek uzaklaşırken ben içimdeki korku ve şaşkınlık karışımı duygu yüzünden yerimden kıpırdayamadım. Eğer yaratığın keskin duyuları varsa kalp atışımı duyacağına emindim. Bu sessizlikte gürültülü sayılabilecek şekilde yutkundum ve yaratık görüş alanıma girdiğinde onu hızlıca incelemeye koyuldum. Nereden geldiğini bilmediğim sarı ışık yaratığın kuzguni siyah tüylerine vuruyor, tüylerinin parlaklığıyla yaratık neredeyse ışığı yansıtıyordu. Görebildiğim tek şey sırtıydı ve yüzünü görmek istediğimden emin değildim. Muhtemelen bir ayı boyutundaydı, fakat daha önce hiç ayı görmediğim için -Hector hariç- bu kıstası kesin olarak yapamazdım. Dikkatle yaratığın hareketlerini izledim. Tırnaklarıyla duvarı ilk kez dokunuyormuş gibi keşfederken parmaklıklara geldiğinde çıkan tıkırtıları işitip durdu. Karşımızdaki çekmeceye benzer kafesi kendine çekip baygın duran iki bedeni içine bırakırken endişeyle bakışlarım getirdiği kişilerin yüzlerine kaydı. Getirilenler sandığımın aksine bizim takımımızdan değil, karşı takımdandı. Yaratık çekmece-kafesi ileri iterek kafeste bilinçsizce yatan Isaac ve Nyx’in kızı, adını hatırlamak için birkaç saniyelik bir beyin taramasına ihtiyaç duymuştum, Kamaria’ya baktım. Dikkatimi dağıtan şey ışığın gittikçe azalması olmuştu. Bunun tek bir mantıklı açıklamasının olduğunu bildiğimden gözlerimi kapattım ve bizim parmaklıklarımızın önüne geçmiş yaratığı bu kadar yakından görmeyi reddettim. Yaratık pas gibi kokan nefesini dışarı verdikçe sanki rüzgar esiyormuş gibi hissediyordum. Göğsünden sanki yıllardır sigara kullanıyormuş gibi hırıltılar geliyordu. Kısa süre sonra merakıma yenik düşüp gözlerimi araladım. Yüzünü parmaklıklara olması gerekenden çok daha yakın tutan yaratığın an itibariyle görülebilen tek yeri korkunç sivri dişleriydi. İyi beslendiğini veya dişlerini fırçaladığını sanmıyordum fakat dişlerinin bembeyaz olması büyük bir ironiydi. Parlak siyah tüylerinden ayırt edilebilecek mat siyah renkte kocaman bir burnu vardı ve gözleri yoktu. Şimdi neden duvardaki kafesi bulmakta zorluk çektiğini anlayabiliyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KELEBEK
FantasyMitolojide kelebek ateşi simgeler, ateşe koşan pervane böceğinin yanıp ateşle bağdaşmasıdır. Eski Yunan'da ise ruhun beden üzerindeki etkisini ve bu etkinin yarattığı büyük değişimleri simgeler. Mavi kelebek, saf ruhu simgeler. Bu, monoton hayatını...