“Sence bizi yiyecek mi?” Eğer tamamen karanlıkta olmasak Olenka bu sorusuna karşılık ona attığım imalı bakışları görebilirdi.
“Belki de cebinde insan beslemeyi seviyordur. Bizi evcilleştirecek olabilir.” Sorusuna ancak bu şekilde cevap verirdim çünkü bir dev sizi cebinde taşıyorsa, bunun sizi pişirilmeye götürdüğü dışında bir anlamı olamazdı. Yani öyle tahmin ediyordum. Belki de bizi çiğ çiğ yiyecekti, bunu bilemezdim. Aslında hemen yemediğine göre bizi ailesine götürüyor olabilirdi. Sonuçta her gün yolda bir insan ile karşılaşmıyor olmalıydı, bunu ailesiyle paylaşmak istemesi kadar normal bir durum yoktu. Bir ihtimal, ağlayıp sızlayıp bizi yememeleri konusunda dev ailesini ikna edebilirdik. Bizi evlat edinip besleyebilirlerdi. Açıkçası bu konuyla güzel bir çocuk masalı yazılabilirdi de.
“Korkuyor musun?” Olenka’nın sorusuyla düşüncelerimden ayrılıp yeniden gerçekliğe döndüm. Bir devin cebinde sarsıla sarsıla taşınacak ve onun akşam yemeği olacaktık. İlk Olenka’yı yerse belki devlekonuşup onunla arkadaş olabilirdim.
“Hayır, niye korkayım ki? Sonuçta bizi yiyecek değil ya.” Yine imalı şekilde söylemiştim fakat Olenka şaşırmış gibi bir ses çıkardı.
“Cidden mi?” Abartıyla başımı salladığımı görmemesi benim umurumda değildi, o yüzden sorusunu havada bırakıp cevaplamamayı tercih ettim.
“Sence devlerin kalbi var mıdır?” Elimi kumaşın üstüne yerleştirdim. Yağ tabakasının altında bizim sarsılmamızı sağlayan şey devin kalbi olabilir miydi? Bu kez Olenka benim soruma cevap vermemeyi tercih etti sanıyordum ki, konuştu.
“Ne o, kalbi varsa onu da mı kendine aşık edeceksin?” Sesindeki saldırgan tonu fark etmemem imkansızdı. Özellikle de az önceki tedirgin sesinin ardından bu ses tonunu ayırt etmek epey kolaydı.
“Ben hiçbir şey yapmıyorum.” Sırtımı devin kalbinin olduğuna inandığım yağ tabakasına dayadım ve kollarımı göğsümde birleştirdim. Devin gövdesi yumuşaktı.
“Tabi ya, senin çaba harcamana bile gerek kalmadan herkes seni seviyor. Klişe.” Yüz ifadesini göremesem de sinirli olduğunu tahmin edebiliyordum. Tam bir şey demek için ağzımı açtığımda konuşmaya devam etti. “Hayatım boyunca, senin gibi masumiyet rolü oynayanlardan nefret ettim. Hiçbir kadın bu kadar saf olamaz. Dünya üzerinde şeytana en çok benzeyen varlıktır kadınlar. Kıskanırlar, kibirlenirler ve yalan söylerler. Senin gibi mükemmel olanlardan nefret ediyorum. Herkes sana bayılıyor.” Sesindeki ani değişim beni sözlerinden de çok şoka uğratmıştı. Çok kırgındı, sözlerinin sonuna geldikçe sesi boğuklaşmıştı. Ağlıyor muydu? Vurmak için omzunu aradım. Başarılıydım.
“Salak salak konuşmasana,” Böyle hissetmesi beni rahatsız etmişti. Her ne kadar bana biraz hakaret etmiş olsa ve benden nefret ettiğini açıkça belli etmiş olsa da ona yardımcı olmak istedim.
“Bak, ben hareketlerimi planlayarak yapmıyorum. Belki de beni masum sanmana sebep olan şey budur. Doğal ol, Olenka. Mesela, her halin güzel olmak zorunda değil. Sürekli süslenmene gerek yok. Hepimizin kusurları var. Kusurlarını ortaya çıkarmaktan korkma. Erkeklerin yalnızca görünüşü için yaklaşacağı biri olmamalısın. Sen cansız, beyinsiz, hisleri olmayan bir vitrin mankeni değilsin. İçini güzelleştir. Dışını değil.” Ben mükemmel, masum veya herkesin kolayca sevdiği biri değildim. O beni öyle sanıyordu. Ayrıca ona yapabileceğim en iyi yardım da kendi yaptıklarımı ona tavsiye etmemdi. Burnunu çekti.
“Benim içimde güzel olan bir şey yok.” Konuyu kapattığını anlamak zor değildi.
“Bu arada, sanki yaşayacakmışız gibi konuşuyoruz ama bir devin cebindeyiz ve en iyi senaryo bizi yiyecek olması.” Bu hatırlatmanın ne kadar gerekli olduğunu bilmesem de söylemiştim. Konuyu değiştirmek istiyordum. Sarsılmanın epey önemli bir kısmı azalmıştı. Buradan devin yürümeyi kestiği sonucunu çıkardım. Islak çorap ve küflü peynirin karışmış kokusu burnumu doldurduğundan, artık midemin pek sağlıklı olduğunu söylesem doğru olmazdı. Tahminimi doğrulamak için derin bir nefes aldım. Öksürmeme neden olmuştu fakat kokuyu bozulmuş karpuza da benzetmiştim. Boyum kadar parmaklar cebin içine girdi ve bir süre ikimizi de yakalamaya çalışırken meydana getirdiği sabırsız hareketler Olenka ile kafalarımızın tokuşmasına neden oldu. En sonunda kaburgalarımız birbirine giresiye kadar avucunda bizi sıkıp cebinden dışarıya çıkardı. Gözlerim yukarıdan gelen parlak gün ışığına alışamamıştı, bu nedenle gözlerimi birkaç kez kırpıştırdım. Yukarıya baktığımda mavi gökyüzünü görmek kafamı karıştırmıştı. Sanki tavanda bir delik açılmış gibiydi. Gökyüzü normalde olduğundan da uzak görünüyordu. Bakışlarımı yukarıdan alabildiğimde ve beni tutan deve yönlendirdiğimde dudaklarımdan kaçan sevinç çığlığını bastıramadım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KELEBEK
FantasyMitolojide kelebek ateşi simgeler, ateşe koşan pervane böceğinin yanıp ateşle bağdaşmasıdır. Eski Yunan'da ise ruhun beden üzerindeki etkisini ve bu etkinin yarattığı büyük değişimleri simgeler. Mavi kelebek, saf ruhu simgeler. Bu, monoton hayatını...