Merhaba! Her zaman olduğu gibi yine bir pazar gününde, söz verdiğimiz gibi diğer karakterlerin geçmiş bölümlerde başlarından geçen olaylara karşı tepkilerini onların gözünden anlatan kesitlerimizle geldik. İyi okumalar. :)
+Kitabımız Eylül ayında çıkacak, tam olarak çıkış tarihi belli olduğunda yine buradan duyuracağız. :)
***
HECTOR – (Bertilda Chul-Moo ile gelip Isaac'i götürdükten sonra diğerlerinin Jane'i nasıl bulduğu ile ilgili bir kesit)
"Dışarı çıkmış olabilirler, fazla abartıyorsunuz." Olenka, Jane ve Isaac'i içeride bulamamış olmamızın doğal bir durum olduğu konusunda ısrarcıydı.
"Telefonuna da cevap vermiyor." Dianna'nın Jane için endişelendiğini görebiliyordum.
"Şu tarafta ne var?" İnci'nin sorusuyla başımı işaret ettiği yöne çevirdikten sonra koluma girmiş olan Olenka'dan ayrıldım ve arkamdan gelenleri önemsemeden ağacın dibinde yatanın ne olduğunu anlamak adına hızlı adımlarla ilerledim.
Jane'i bulmuştuk. Isaac'in ona böyle bir şey yapacağını tahmin etmeliydim, onları yalnız bırakmamam gerekiyordu. Yerde uzanan Jane'i kucağıma aldım. Nefes aldığından emin olana kadar diğerlerinin -seslerini duysam da- söylediklerini idrak edememiştim. Girişteki basamakları çıkıp Frederick'in açtığı kapıdan içeri girdim. Jane'i ilk gördüğüm günden beri, ona karşı açıklayamadığım bir koruma isteği duymuştum. Şimdi normalden bile küçük görünen hareketsiz bedenini taşıyorken onu koruyamadığım için kendime kızıyordum. En azından nefes alıyor olduğunu bilmek beni tek rahatlatan şeydi. Dianna yanımdan geçip merdiveni benden önce tamamladı ve bu kez kapıyı açan o oldu. Diğerlerinin basamakları tırmanan adım seslerini duyabiliyordum. Jane'i yavaşça yatağına yatırdım. Konum değiştirmiş olmak onu rahatsız etmiş olmalıydı, kıpırdandı ve bir şeyler mırıldandı. Onu daha iyi duyabilmek için yatağının kenarına ilişip yüzüne yaklaştım.
"Isaac." Onun ismini sayıkladığını duymak istemsizce yumruğumu sıkmama sebep olmuştu. Geri çekildim. Dianna diğerlerini beklemeden odaya girip ellerini Jane'in hafifçe pembeleşmiş yanaklarına yerleştirdi.
"Ateşi var." Yeniden odadan çıkıp kapıya birikenlere Jane'in ateşini düşürmek için gerekli olan şeyleri getirmeleri adına teker teker emir verdikten sonra kendi de peşlerinden gidip beni odada yalnız bırakmıştı. Jane görünürde gayet iyiydi, Isaac'in ona ne yapmış olduğunu bir türlü anlayamıyordum. Bildiğim kadarıyla onun insanların bu etkiyi göstermesini sağlayacak bir gücü yoktu. Her ne yaptıysa, bunun bedelini ödeyecekti. Başından beri ona güvenmemiştim. Bakışlarım sakince uyuyan Jane'in yüzüne kaydı. Isaac'i bu eve kabul etmemin tek sebebi oydu. Riskli olduğunu bilsem de ona hayır diyememiştim. Onu asla suçlamıyordum, hatalı davranan bendim. Diğerlerinin içeri girmesiyle düşüncelerimden ayrılmak zorunda kaldım. Dianna elindeki ıslak bezi Jane'in alnına yerleştirdikten sonra geri çekildi. Herkes sessizce kendine odada bir yer bulup beklemeye başladı.
"Nesi var?" Olenka'nın sorusundaki küçümseyici tavrı fark ettiğim için ona cevap vermemeyi seçtim. "Bir şeyi yok gibi görünüyor." Hiçbirimizden cevap gelmeyince konuşmasına devam etmişti. Olenka'nın umursamazlığını Bertilda'ya benzetiyordum. Yatağın kenarını doldurduğum için yerde dizlerinin üzerine çöken Leonard'ın yapacağı hareketi dikkatle izledim. Jane'in yüzündeki saçları geriye itti ve önce başını, ardından onu yavaş hareketlerle kaldırıp boynunu kontrol etti. Bu esnada Jane'in dudakları konuşurmuş gibi kıpırdamıştı.
"Bayılmasına sebep olacak hiçbir iz yok." Kafasının karıştığını sesinden anlayabiliyordum. Ellerini hala Jane'in yüzünden çekmemişti. Sakinliğimi koruyabilmek için uzanıp Jane'in elini tuttum. Leonard önümden çekildiğinde rahat bir nefes almıştım. Dianna Jane'in alnındaki bezin diğer yüzünü çevirdiğinde sabırsızca konuştum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KELEBEK
FantasyMitolojide kelebek ateşi simgeler, ateşe koşan pervane böceğinin yanıp ateşle bağdaşmasıdır. Eski Yunan'da ise ruhun beden üzerindeki etkisini ve bu etkinin yarattığı büyük değişimleri simgeler. Mavi kelebek, saf ruhu simgeler. Bu, monoton hayatını...