Paltomu giyerken Henry’nin bavullarını çekerek yanımıza geldiği dikkatimi çekmişti. Gidiyor muydu?
“Bir kız bile iki gün için o kadar büyük bir bavul taşımazdı.” dedim sırıtarak. Henry sahte bir gülümsemeyle sözümü geçiştirdi.
“Gidiyorum. Mutlu musun?” Başımı onaylarcasına salladım. “Gitmeden önce söylemek istediğim bir şey var,” Duraksadı ve boğazını temizledikten sonra konuşmaya devam etti.
“Bu evde benden gizlediğiniz bir şeyler olduğunu hissediyorum ve yanılmadığımı da biliyorum. Bunu bana anlatmasan da eğer bir şeyi sen yapıyorsan Hector, bu doğrudur. Sana güvendiğimi ve ne olursa olsun arkanda olduğumu bil istedim. Ben seni her konuda destekleyeceğim.” Bu dokunaklı konuşmasına karşılık kaşlarımı kaldırdım.
“Bir istisna hariç,” Parmağıyla beni işaret etti. “Bununla evlenmeye kalkarsan, bu durumu pek destekleyeceğimi söyleyemem.” Bu ikinci kez Hector ile evlenmemden söz edilmesiydi ve tüylerim ilki ile aynı derecede ürpermişti. Bu arada, ben sanki onun kardeşine çok meraklıydım.
“Yine de, sana davetiye yollarız.” Henry Hector’ın cevabına gülse de ben pek gülebilmiş sayılamazdım. Kapıyı açtım ve dışarıya doğru bir adım attım. Diğerlerinin de beni takip ettiğini tahmin etmek zor değildi. Hele de bavulun çıkardığı tıkırtılarla hiç zor değildi. Epey soğuk esen rüzgar yüzümü ısırıyordu. Ellerimi ısıtabilmek için paltomun ceplerine yerleştirdim ve arabaya doğru ilerledim.
*
Assembly programlama dilini bilen Jane Wilson, kafası kadar kalınlıkta olan bir klasördeki verileri Microsoft Access’e giriyordu. Tanrı, onu bu şekilde sınıyor olmalıydı.
“Bunu Olenka yapamaz mı? Az zeka fakat yüksek efor isteyen bir iş.” Bu Hector’a kaçıncı yalvarışımdı bilmiyordum. Fakat kararlıydım. Zaten Olenka’ya bayılıyordu. O bu işi pekala yapabilirdi.
“Henry senin yapmanı istedi Jane, sen de biliyorsun.” Yüzündeki mutluluktan onun da en az Henry kadar bana eziyet etmekten hoşnut olduğunu fark etmem zaman almadı. Telefonumun titrediğini hissedebiliyor ve tahta zeminde çıkardığı rahatsız edici sesi duyabiliyordum. Bütün masayı karıştırıncaya kadar titreşim durmuştu. En sonunda telefonumu az önce bilgileri geçirdiğim klasörün altında buldum. Emily aramıştı. Tam onu geri arayacakken telefonumun ekranında attığı mesaj belirdi.
“Yardım et.” Boğazımın kuruduğunu hissettim. Emily kolay kolay beni bu kadar endişelendirecek bir mesaj atmazdı. Bu daha da paniklememe neden oldu. Başına bir şey mi gelmişti? Ona bir şey mi yapmışlardı? Beynim hiçbir şey düşünemez hale gelmiş, uyuşmuştu.
“Hector, izin verirsen çıkabilir miyim?” Boğazım hala kuruydu, sesim bu nedenle pürüzlü çıkmıştı. Neden bu kadar yavaş hareket ettiğimi bilmiyordum. Gerçekten hiçbir şey düşünemiyordum. Yalnızca masada duran çantamı kavrayabilmiştim. Gitmem gerekiyordu.
“Sorun ne?” Yüzümün ne hal aldığını tahmin edemiyordum fakat Hector’ın bir şeylerin ters gittiğini anlayacağı kadar berbattı. “Emily, beni çağırıyor. Ne olduğunu bilmiyorum. Gitmem gerek.” Hector hızla yerinden kalktı ve askılıktan aldığı ceketimi bana doğru fırlattı. İkimiz de ceketlerimizi giyerken onun gelmesine itiraz etmedim. Onun itiraz kabul etmeyeceği açıktı. Asansöre ilerlerken yollar normalde olduğundan çok daha uzun gelmişti. Endişeli hissediyordum. Emily’e ne olduğu o kadar bilinmezdi ki, ne düşüneceğimi bile bilmiyordum. Her şey olabilirdi. Başına her şey gelmiş olabilirdi. Onu yine koruyamamış mıydım? Onu yalnız bırakmasam belki de bu olmayacaktı. Açıkçası olan şeyin ne olduğunu da bilmiyordum. Düşüncelerimde boğulmamamın tek nedeni elimi sıkıca tutan Hector’ın eliydi. O beni ilerletmese yürüyemezdim bile. Titreyen ellerimle cebimden telefonumu çıkardım ve Emily’i aradım. Açmıyordu. Sesini duysam, yalnızca sağlığının yerinde olduğuna emin olsam bu kadar kötü hissetmezdim. Bir kez daha aradım. Yine açmadı. Çaresizce telefonu yeniden cebime koydum. Arabaya gelmiştik. Hector hiç ses çıkarmıyordu. Elini bıraktım ve ön koltuğa geçtim. Yanımdaki sürücü koltuğuna oturdu ve hiç zaman kaybetmeden arabayı çalıştırdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KELEBEK
FantasyMitolojide kelebek ateşi simgeler, ateşe koşan pervane böceğinin yanıp ateşle bağdaşmasıdır. Eski Yunan'da ise ruhun beden üzerindeki etkisini ve bu etkinin yarattığı büyük değişimleri simgeler. Mavi kelebek, saf ruhu simgeler. Bu, monoton hayatını...