47.Bölüm - Eddie

111K 3.9K 747
                                    

“Hayır, yemek değiliz. Bizi Tanrılar gönderdi.” Ted’in itirazını hiç duymamış gibi etrafımızda çember oluşturduklarında nefesimi tuttum.

“Hediye. Tanrı, gönderir yemek.” Bu dil kurallarına küfreden cümlesine karşılık en ortadaki deve kınayan bakışlar attım.

“Anlaşma yapmaya geldik.” Hector’ın sakince konuşuyor olması beni şaşırtmıştı. Ben burada altıma yapmak üzereydim. Bakışlarım önümde duran devin bacaklarının arasından görünen duvar dibindeki insan iskeletine takılınca gözlerim normal halinden iki kat daha irileşti. Özellikle iskeletin çoğu kemiğinin yarım ve eksik olması bizi çiğ çiğ yiyecekleri gerçeğinden iyice emin olmama neden olmuştu.

“Merhaba,” Başımı kaldırıp karşımdaki devin suratına baktım. Ten renkleri insana yakındı fakat bir insan için çok sağlıksız bir renkti. Bunu kireç rengi olarak tarif edebilirdim. Gözleri çok iriydi ve ağızları dudaksız bir yarık gibiydi. Burnu şaşılacak derecede küçüktü. Gerçi muhtemelen benim kafam kadardı ama uzaktan bakınca küçüktü işte. Dev bana doğru eğilince geriye çekildim ve sırtım Adriana’nın sırtına çarptı. Dev ellerini arkasında bağlayarak başını iyice aşağı eğdi ve parlak yeşil gözleriyle bana baktı.

“Yakın zamanda Tanrılar bir savaşa girecek ve sizin Zeus’un safında olmanızı istiyoruz.” Ted’in sesiyle gözlerimi önümdeki devin yeşil gözlerinden ayırıp başımı ona çevirdim. Gergin bir şekilde ona eğilmiş olan deve bakıyordu. İlk geldiğimizde ortada duran devdi bu. Sanırım buranın müdürü, yetkili görevlisi oydu. “Beni anlıyor musun sen? Cevap versene.” Ted’in bu durumda devi terslemesine eğer yapabilsem tedirgince gülerdim fakat şuan gülme kaslarımın çalışması pek mümkün değildi.

“Siz yemek değil,” Ortadaki dev durumun az da olsa farkındaydı.

“Siz anladınız iyi,” dedi Ted alayla. Dev başını yana yatırıp onu garip bir şekilde inceledi. Diğerlerinin önünde duran dört dev geriye çekilirken benim önümdeki bana bakmayı sürdürdü. Onu çocukken sahip olduğum tek oyuncağıma benzetmiştim. Her tarafı yamalı bir cüce bez bebeğiydi. Ayrıca cücenin gözleri de aynı devinkiler gibi yeşildi, vücuduna oranla ise büyüktü. Biz dev ile bakışırken Adriana beni kolumdan çekerek devden uzaklaştırdı. Şimdi deminkinden daha az tehdit altında olsak da, devlerin her an bizi yiyebilecek olduğu gerçeği beni tedirgin ediyordu.

“Ne diyorsunuz? Savaşta bizim tarafımızda olacak mısınız?” dedi Ted sabırsızca. Ortadaki dev, artık ona Müdür diyecektim, biz gelmeden oturduğu kocaman tahta geçti. Sanırım biz onların yer altı ülkesine değil de, sarayına gelmiştik. Bir de bunlar asil olanlarıydı yani. Halkını düşünemiyordum bile.

“Bunlar çıkacak,” Eliyle Ted’in arkasındakileri, biz oluyorduk, işaret etti.

“Kimler?” dedim şaşkınca. Müdür’ün gözleri büyüdü. “Kadın konuşmaz.” Kaşlarımı çattım. Neyden bahsediyordu bu?

“Ne demek istiyorsun sen?” İnci Müdür’ün oturduğu tahta doğru birkaç adım atınca Ted onu geriye çekti.

“Biz hiçbir yere gitmiyoruz.” Tam Ted’in benden uzak olduğunu ve beni tutamayacağını düşünüp rahatça Müdür’e ilerliyordum ki, yanından geçtiğim Hector faktörünü tamamen gözden kaçırdığımı fark ettim. Kolumdan çekmesiyle yerimde kalakalmıştım. Daha diğerleri bir hamle yapamadan Fred ve Leonard’ın da onlara yöneldiğini gördüm. Bizi böyle susturamazlardı.

“Bırak beni.” dedi Adriana Leonard’ın onu saran kolundan çıkmaya çırpınırken.

“Sen kimi dışarı atıyorsun be,” İnci’nin hala Müdür’e gitmeye çabaladığının farkındaydım. Oğlanlar bizleri sabit tutmaya çalışıyorlardı. Şimdi onların yaptığının Müdür’ün yaptığından ne farkı vardı yani?! Fakat yine de ben diğerleri gibi boşuna kendimi yormuyordum. Çünkü Hector’dan kurtulmam gibi bir ihtimal yoktu. O nedenle, sakin bir şekilde dikiliyor ve Hector’ın her ihtimale karşılık kolumu tutmuş olmasına izin veriyordum.

KELEBEKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin