Hatırı sayılır derecede camdan içeriye giren güneş ışıkları gözümü kırpmadan baktığım tavanı aydınlattı. Uyanalı dakikalar olmuştu fakat hala gördüğüm şeyi sindirebilmiş değildim. Öleceğimi en başından beri sezinlemiş olan karanlık yanım, Isaac’in yalan söylüyor olma ihtimalini düşünen olumlu yanımı birçok yerinden bıçaklayarak kan kaybından ölmesini sağlamıştı. Kabusumdan çığlık atarak, ağlayarak veya yastığımdan fırlayarak uyanmamıştım. Öyle olsaydı belki de içimdeki bu ağırlığı atmam açısından daha yardımcı olurdu. Fakat boğazım kilitlenmiş gibiydi, göğüs kafesimin üstüne çöreklenmiş ağırlığı atmak için nefes almaya uğraşıyordum. Bu bilgiyle nasıl yaşanırdı bilemiyordum. Öleceğimi bilerek nasıl yaşayabilirdim? Doğduğumdan beri ilk defa hayatımdan memnundum. Sanki mutlu olmak bana yasaklanmış bir kuralmış ve ben bunu çiğnemişim gibi hayatım sona erdirilecekti. Ölüm çok yakındı, evin içinde dolandığını biliyorduk ama şimdi nefesini boynumda hissediyordum. Bu fikirle tüylerim ürperdi. Muhtemelen uyurken birbirimizden ayrıldığımız Hector’a döndüm. Hala sakin bir şekilde uyuyordu. Onunla konuşma ihtiyacı hissetmiştim. Tam onu uyandıracakken kendi beynim gibi onun beynini de bununla doldurmak istemediğime karar verdim. Ona yaklaşıp kolumu karnının üzerine attım. Başımı sırtına koyup gözlerimi kapattım. Çok uyuyamayacağımı havanın aydınlık oluşundan anlamıştım. Zaten nasıl rahatlıkla uyurdum bilemiyordum. Sonuçta bundan sonra sonsuza kadar uyuyacaktım. Komik olmayan şakam yine kendi tüylerimi ürpertti. Bu kadar kıpırdamam sonucu Hector’ın uyanmaması mucize olurdu, zira uyanmıştı da. Karnındaki kolumu çözünce geri çekilip eski yerime geriledim. Hızla yüzünü bana döndü. Baktığı yerin omzumun üstünden görünen komodindeki saat olduğunu anlamıştım.
“Neden uyandın?” dedi gözlerini ovuştururken. Bakışlarımı ondan alıp yine tavana çevirdim.
“Kabus gördüm.” Açıklamak için pek hevesli değildim. Fakat ona kabus gördüğümü söylemem Isaac’i gördüm demem ile eşdeğerdi ve yine ona aynı oranda etki ediyordu. Sinirlendiğini anlamak için ona bakmaya ihtiyaç bile duymuyordum. Yumruk yaptığını tahmin ettiğim ve haklı çıktığım elinin üzerine elimi koydum.
“Sana ne gösterdi?” Sesi öngördüğümden daha sakin çıkmıştı. Ona ölüm haberimi vermek konusunda pek istekli olmamı bekleyemezdi. Sessiz kaldım.
“Jane,” İki parmağıyla hafifçe çenemi dürttü. Sabırsızlandığını tahmin etmek zor değildi. Ona bakmayışımın da sinirini bozduğunun farkındaydım. Bilmemesi daha iyiydi. Ona bakmadan doğruldum ve sırtımı yatağın başlığına yasladım. İçimden bildiğim şeyi ona söyleyip söylememek konusunda tartışmayı sürdürüyordum.
“Paulo’nun görüsündeki, ölecek olan kişi benim.” dedim bir çırpıda. Söylediklerim sanki önemsizmiş gibi hiç cevap vermeden doğruldu ve yanıma oturdu.
“Sen Isaac’e inandın mı?” Omuz silktim. Niye inanmayacaktım ki?
“Niye inanmayayım?” Sorumu aynen yönelttim.
“Çünkü sana yalan söylemek ile ilgili göz ardı edilemez bir başarısı var.” Şu salaklığımı muhtemelen ölene kadar bana unutturmayacaktı. Ölmeme az zaman kaldığına göre bu tezim güçleniyordu.
“Teşekkürler,” Duraksadıktan sonra devam ettim. “Beni kendisinin öldüreceğini söyledi. Ne düşüneceğimi bilemiyorum.” Daha çok battaniyenin köşelerini nasıl katlıyor olduğumu düşünmek istiyordum. Ölümümden çok daha ilgi çekici bir konuydu.
“Sevindim.” Acaba cümlemde güzel olan şey neydi? Ben neyi kaçırmıştım? Anlamadığımı belli eden bakışlarla onu süzmem, açıklama yapmasına neden oldu.
“En büyük tehlike altında olan kişi sensin, o yüzden en çok koruyacağımız kişi de sen olacaksın.” Umarım buradan beni savaştırmayacağı konusuna dönmezdi. Bu konuyu uzun süre önce arkamızda bıraktığımızı sanıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KELEBEK
FantasyMitolojide kelebek ateşi simgeler, ateşe koşan pervane böceğinin yanıp ateşle bağdaşmasıdır. Eski Yunan'da ise ruhun beden üzerindeki etkisini ve bu etkinin yarattığı büyük değişimleri simgeler. Mavi kelebek, saf ruhu simgeler. Bu, monoton hayatını...