Araba yolculuğumuz sona erdiğinde etrafıma bakındım. Kartepe şuan karlarla kaplı olduğundan daha merkez bir yerlere gitmiştik. Aşağılarda kar yoktu ama soğuktu genede. Lokanta gibi bir yerin önünde durduk. Arabadan inip etrafı incelemeye başladım. Rukiye telefonda yeşillikli bir yere gideceğimizi söylemişti. Gerçektende öyleydi. Kimin aklına gelmişti, nasıl yapmışlardı bilmiyordum ama dizaynı muhteşemdi buranın. Kocaman çınar ağacı gibi bir ağaç vardı köşede ve dalları heryeri gölgeliyordu. Ama acayip olan şey bu değildi. Bahçeye lokanta yapmışlardı. Mekanın etrafında boydan boya camlar vardı. Camların tek parça oluşu mekanı daha bir güzel gösteriyordu. Bu camlardan aynı zamanda mekanın üstüne de yapılmıştı. Ağacın koca dallarının bir kısmı içte kalacak şekilde gövdesinin etrafından başlıyordu camlar. Böylece ağaç uzasa da mekana bir zararı olmayacaktı. Cammekanın dışında kalan dallar ise mekana gölgelik görevi görüyordu. Gündüz güneşinin içeriye direkt temas etmesini engelleyip içerisinin serin kalmasını sağlıyordu. Diğer lokantalara kıyasla burada masalar sandalyeler yoktu. Yerdeki çimin üzerine atılmış minderler vardı. Bu minderler yuvarlak şeklindeki minik yer masalarına oturak görevi görüyordu. Köşeye bir yere minik tatlı bir soba koymuşlardı. İçerinin sıcak kalması için çok idealdi. O kadar içten, ferah ve doğal bir yerdi ki dertlerimi unutup bu yere büyülenmiştim.
- Bende ilk geldiğimde çok şaşırmıştım.
- Çok çok güzel bir yer ,adeta büyülendim. Nasıl bir tasarım..
- Neyse hadi daha fazla üşümeden içeri geçelim.
Kahvaltıya geldiğimiz mekanın içine doğru ilerlemeye başladık. Ağacın dibinde ki yer masasını seçip oturduk. Henüz sabah olduğu için mekanda kimsecikler yoktu. Sipariş ettiğimiz serpme kahvaltımız gelene kadar hasret giderdik bizde. Tabi bu biraz farklı bir hasret gidermeydi.
- Hafsa sen yemek yemeğide mi bıraktın, yüzün solmuş.
- Aslında yiyorum da , çok yiyemiyorum diyelim..
- Olurmu böyle Hafsa! Daha bir ay oldu ne hale geldin. Geri kalan beş ayda ne olacak ? Eriyip bitecek misin beş ayda? Ne olur az toparla kendini.
- Rukiye biliyorum haklısın. Ama emin ol elimden bu kadarı geliyor. Canım yemek istemiyor.
- Gülüm, olmaz ama eziyet ediyorsun kendine.
- Elimde değil diyorumya ne yapayım. Bende istemem böyle olmasını ama oluyor işte..
- Tamam. Sana bir soru o zaman. Sina görse bu halini , sana ne der ? Hı? Kızar mı kızmaz mı? Doğruyu söyle, kızar mı kızmaz mı?
- Kızar..
- O zaman bir soru daha soruyorum. Senin kendini bu kadar yıprattığını bilse üzülür mü üzülmez mi?
- Üzülür herhalde..
- Herhaldesimi var ! Tabiki üzülür. Hatta şuan bile bu ihtimali düşünüp üzülüyor.
- Omu dedi ?
- Ya bak , aslında sana söylememi istemedi ama söylemessem senin kendini toparlayacağın yok..
- Ne dedi?
- Her aradığında seni soruyor bana. Nasıl olduğunu,neler yaptığını,iyimi kötümü, herşeyi soruyor. Sana ne kadar orda mutlu olduğunu yansıtsa da aslında hep seni düşünüyor. Ve sen üzülme diye bu şekilde davranıyor.
- Nasıl yani, mutlu değil mi?
- Hayır,senin üzüldüğünü düşündüğü için moreli bozuk.
- Tamam da ben ona morelimin bozuk olduğunu söylemedim ki
- Sesinden anlıyor canım. Anlıyor ama çaktırmıryor. Sen mutsuzsun diye oda mutsuz oluyor.
- Allah'ım nasıl anlamadım ben bunu ya..
- Kendini suçlama Hafsa. Bunun iki sebebi var; birincisi senin kafan yerinde değil. Başka şeyler düşündüğün için farketmemen normal. İkincisi , Sina gerçekten iyi rol keser. Artık bunları düşünmek yerine düzeltmemiz lazım. Açık aşikar bu olayın ikinizede zarar verdiği kesin. Birbirinizi etkiliyorsunuz. Sen morelini düzeltirsen oda senin morelinin düzeldiğini görürse iyi olacak. Sen ona güç vermelisin Hafsa. Arkasında dimdik durduğunu ona göstermelisin.
- Haklısın. Bu sefer daha çok dikkat edeceğim. Beraber üstesinden geleceğiz. Birbirimize güç olacağız söz veriyorum.
Elimi sıkan eline baktım. Oda bize güç veriyordu. Belki farkında bile değildi ama toparlıyordu bizi..