Sırtım inatla dürtülüyor ve yanımda biri ısrarla kalkmamı söylüyordu. Ayaklarıma dolanıp tuhaf bir şekil almış pikeyi kafama çekmeye çalışıp başarısız olmamın ardından hala gözlerim kapalıyken yatakta doğruldum.
"Senin için tatil, ev halkını sabahın köründe zulümle kaldırmak olabilir mi?" Can'ın gülüşünü dinlerken gözlerimi açıp çevreye bakındım. Aslında kabuslarım olmasa uyumayı sevebilirdim. Kabuslarım...
"Kahvaltı hazır olmak üzere, seni bekliyoruz. Bu arada saat 10." Kurduğu cümlede sesi ergenlere özel bir kalınlıkta başlayıp incecik biterken gülmemek için kendimi tuttum. Onun şu an için değiştiremeyeceği bir özelliğine gülemezdim.
"Tamam, yüzümü yıkayıp geliyorum." Odadan çıkar çıkmaz sinir bozukluğuyla gülüp kendimi yatağa geri attım.
Gözlerimi açıp tavanda gördüğüm ince çatlaklar dizisi yataktan fırlayıp ayağa kalkmama neden olmuştu. Dün bahsettikleri şey buydu sanırım. Dün gece aklıma gelince moralim anında yerin dibine girip üzerini toprakla kapattı. Uzun süre de çıkmayacağa benziyordu.
Üzerime düzgün eşofmanlarımdan birini giyip banyoya gittim ve kapıyı kitledim. Hemen oracığa çöküp uzun uzun düşünmek ve her şeyi çözüme kavuşturmak istiyordum ama yalnız kalamayacağımı biliyordum.
Lavaboya gidip yüzümü yıkadım ve aynaya baktım. Gözlerim hafif de olsa şişmişti ama ev halkının önünde neredeyse her zaman böyle olduğumdan fark edeceklerini hiç sanmıyordum. Sıcağa rağmen buz gibi ellerimi gözlerimin üzerine koyarak bir nebze olsun şişin inmesini umdum. Saçımı da tokam ile saçma bir şekilde toplayıp aynaya bakmadan mutfağa geçtim.
Söylediği gibi sofra hazır olmak üzereydi. Her zamanki yerim olan duvar kenarına geçip kolumu duvara yasladım.
Sonunda herkes buradaydı. Bana iş verilmemesi onur kırıcı olsa da artık bunun tadını çıkarıyordum. Birkaç kabus gördüm diye ailem dediğim kişiler tarafından deli damgası yediğim yetmezmiş gibi şimdi beni göndermeyi planlıyorlardı.
"Yesene kızım." Bu rica görünümlü emir ile başımı boş tabağımdan ayırıp sofradan birkaç kahvaltılık alarak tabağa koydum. Elime iki dilim ekmek alıp kendimi zorlayarak yemeye çalıştım. Aç olsam da içimden yemek gelmiyordu.
Epey oyalanarak tabağımı ve ekmeklerimi bitirdikten sonra Tabak ve bardağımı alıp makineye koydum. Bu benim, bakın hiçbir şey kırmadan iş yapabiliyorum, Deme şeklimdi.
Odama geçmek yerine salona geçip televizyon açtım. Bir belgesel kanalında durup rahat koltuk takımına yayılıp kolumun altına yastık koydum.
Onları sonuna kadar dinleseydim diyordum şimdi de, yada en azından masadaki hallerine bakmak kurtarabilirdi ama yüzlerine bakacak, konuşacak güçte değildim. Hatta her an kafayı yeme tehlikesiyle karşı karşıyaydım. Aslında bu fikrin çok da saçma olmadığını kabul etmeliydim sanırım.
Odaya üzerini değiştirmiş şekilde iki kardeşim geldi. Kim bilir ne zamandır hipnotize olmuş gibi ekrana bakıyordum. Ne yaşarsam yaşayayım onları hala kardeşim olarak görüyordum sanırım.
"Biz çıkıyoruz abla, annemler de birazdan alış verişe gideceklermiş bu sefer bizle gelir misin?" Nur'un kibar ve yumuşak sesiyle bana baktığını gördüm. Aklım çok karışıktı bir an cevap veremeyeceğim sandım. Her hafta bu gün beraber resim kursuna giderlerdi.
"Hayır teşekkürler, bilirsin, o konuda hiç yeteneğim yok." deyip gülmeye çalıştım 'O konuda' söz öbeğini son anda araya katmıştım. Gerçek şuydu; hiç yeteneğim yok. Nur kafa salladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zihin Oyunları: Sınır
FantasyDünya gerçekten sandığımız gibi bir yer midir, bildiğimizi sandığımızın ardında gizli bir bilinmeyen yok mudur? Hayat doğru bildiğimiz yanlışlarla doludur elbet ama ya hayatınız tamamen yalansa, ya bu dünyanın farklı versiyonları varsa? Daha g...