46. Bölüm: Savaş

2.8K 314 50
                                    


    Kitabı Çağan'ın eline tutuşturup dizlerime sarılarak fikir denizime adım attım. Çağan ın elindeki kalemin kitap kapağına sürdürme sesini duyuyor, düşük hızla aşağı inen kar tanelerini görebiliyordum ama algılarım bu tür çevre etkenleri için kapanmıştı. Beyin okyanusum oldukça dalgalıydı.

Bize neden söylemesinlerdi ki? Mutlaka bir terslik olmalıydı. Ya da bize mi güvenmiyorlardı. Bak buna kesin denebilirdi.

Olasılıklar çok fazlaydı. Tuhaf olan bir ayrıntıysa ayriyeten dikkatimi çekiyordu. William'a neden söylememişlerdi. Yoksa o sa mı bize yalan söylüyordu. Ah, belki de bunu kaldıramayacağımızı düşünerek tatlı bir yalan söylemek istemişlerdi. Bunu öğrenmek için halkın düşüncelerini yoklamalıydım. Bu bana pek etik gelmese de yapacaktım.

"Ee Abriana?" Başımı sallayıp düşüncelerden arındırmaya çalıştım. Hala oradalardı ama en azından çevreye algım açılmıştı. Kar hızlanmıştı mesela. Gözlerimi Çağan a çevirip merakla baktım. Kitaba sorusunu sormuştu ve duyguları hoşuna gitmediğini haykırıyordu.

"Bunu söylesem mi bilemiyorum ama..." yerinde kıpırdanıyordu. Huzursuzdu, bir şeyden son derece rahatsızdı.

"Söyle." Ağzımdan çıkıveren emir cümlesine hayretle baktım. Ben de farkında olmadan gerginleşmiştim.

"Pekala bu epey sert olacak ve bize neden yalan söylediklerini sanırım anladım." Dudaklarımı yemeye başlamıştım. Sıra ellerimi ovuşturmaktaydı.

Çağan elini ensesine götürüp kendine masaj yapmaya başladı. Bir an kalkıp masaj görevini üstlenmek isteyen yanım son derece saçmalamıştı. Onu yok sayarak şimdi de saçlarını dağıtıp kalbimi tekmeleyen Çağan a baktım.

"Savaş Abriana, savaş yakın değil." Duraksadı. "Savaş şu an var."

Tepkimi beklemeye başladı ancak beklediği şeyi bulamadı. Çünkü donmuştum. Uçuşan kar tanelerinin arasından öylece okyanus mavilerine bakıyordum. O ise devam etti anlatmaya.

"Yazana göre  9 boyut işgalci hainler tarafınfan ele geçirilmiş." Titredim. Aşırı büyük boyutlar arası bir savaşın tam merkezinde yer alıyorduk. Hem de aşırı ciddi bir rolle. Ve daha bi halt bildiğimiz yoktu.

Bacaklarımı kendime çekip sıkıca sarıldım. Annemin karnından çıktığımdan beri rahat yoktu bana. Titriyordum. Çağan bana bir şeyler diyordu. Duymak istemiyordum.

"Sebebi buydu. Kaldıramayacağımızı biliyorlardı. Daha, daha hazır olmadığımızı biliyorlardı. Ve bu şehir bu yüzden olması gerekenden boş. Herkes savaşta olmalı." Gözlerim bir an onun gözlerine takıldıktan sonra tekrar boşluğa daldı.

Haklılardı. Keşke o kitabı elime hiç almasaydım. En azından daha az yıkık dolaşırdım etrafta. Olasılıklar beni deli ediyordu.

"İyi misin." Hayır değilim, tam olarak yıkıldım. Enkazın sözlük anlamıyım. Ayvayı bütün olarak yuttum.

"Harikayım." Ses tonum bunu belli edercesine kısık ve pürüzlüydü. Çağan biraz bana doğru yaklaştı. Her an bayılabilecek gibi durduğumu anlamıştı.  Bunca şeyin bana bindirdiği yükü kaldırmakta güçlük çekecektim.

"Üzgünüm. Ama bunu bilmemiz lazımdı. Gruba söyleyemeyiz ama William a sormalıyız. Boş verilemeyecek kadar önemli bir konu olabilir. Sen de çok iyi biliyorsun."

Kafamı salladım. Gayet iyi biliyordum.

Kitaba yeni şeyler sormak üzere uzanmıştım ki kalbimde küçük bir sızı ve korku hissettim.

Endişe, korku, bir şey yapamamanın getirdiği baskı... elimi kalbime götürdüm istemsizce. Bu duygular bana ait gibi dursa da değildi. Yine başlıyorduk.

"Çağan, gitmemiz gerek." Şaşıran su ustası yüzüme dikkatle baktı. Sorunun bende olduğunu düşünüyordu. Takımın başı derte olabilirdi. Bana ait olmayan olumsuz duygular artıyordu.

"Bir şeyler oluyor." Ayaklandım ve duygulara yoğunlaştım. Çok uzak değillerdi. Kütüphane. Kütüphanede anlayamadığım kötü bir şey oluyordu.

"Kütüphaneye!"

Ardıma bakmadan olanca hızla koşmaya başladım. Adımlarımın arasında metrelerce boşluk vardı. Dicle nin bana öğrettiğinden daha da hızlı olduğumu hissediyordum. Arkada kalan Çağan ın sorgu dolu iç sesi beni takip ediyordu.

Yumruklarımı sıkıp, akıp giden ağaçların arasından koşarken zırhımı çoktan kuşanmıştım. Yanımda koşan Çağan da bana katılmıştı.

Kütüphaneye ciddi anlamda rekor kırarak varmıştık. Dünyaca ünlü koşuculardan bile hızlı olduğumuzu iddia edebilirdim.

Sorun şuydu ki. Hızımı kesemeden önümde dikilen ilk insana bodoslama dalmıştım. O kişinin yeni rehberimiz Bekir olduğu gerçeği gayet utanç vericiydi. Neyse ki sağlam yapılı Bekir devrilmemiş, beni de çakılmaktan kurtarmıştı.

Üzgün olduğumu dile getirmeden önce bir kez etrafa baktım ve nefesim içime kaçtı. Burası tam anlamıyla kargaşa meydanıydı. İnsanlar kaçıyor, köpekler havlıyordu. Ortalıkta kargaşa yaratan; simsiyah, örümceğimsi bacaklı, insan gövdeli canavarlar gövdelerinden ateş çıkarıyordu. Dehşet verici.

En sıcak noktaysa merkezdeki muhteşem mimarî yapıydı.

Alevler içindeki kütüphane...

Olamazdı. Bu kütüphane de diğerinin kaderini paylaşamazdı. Bu tarihi eserler yok olamazdı. Kitaplarla beraber geçmiş yok olamazdı. Olmamalıydı. OLMAYACAKTI!

Bir adım öne çıkarken ellerimi iki yana açtım. İnsanların çığlıkları, çatırdayan alevler, korkmuş masumlar bana kontrolsüz güç kullanmayı aşılıyordu. Kargaşanın en sakin noktasında durırken elime kılıçlarımı çağırıp her şeyi kesme isteğiyle doluydum. Derin bir nefes alarak dudaklarımı sıkıca kapadım. Ciğerlerimde sıkışan hava çıkmak için sabırsızlanırken onu daha fazla bekletmeyerek isteğini yaptım.

Kulaklarınızı tıkayın

Tiz bir çığlık tüm araziyi dolduruyordu. Patlayan cam ve buzlar etrafa saçılırken kimse dönüp bu yıkıma bakmıyordu. Canavarlar merkezlerinden başlayarak küle dönüyor, beyaz karı kirletiyordu.

İnsanlar şok içindeyken ustalar silkeleniyor ve hala yanmakta olan kütüphaneye koşuyordu. Alevler kısa sürede sönerken hala savaş çığlığı etkisi hüküm sürüyordu.

"O çığlık kesinlikle beynimin içine işledi."

"Kimdi o?"

"Savaş çığlığı olduğuna eminim."

İnsanlar konuşuyordu ama benim farkımda değillerdi. Bana bakanlar yüzlerinde dehşet ifadeleriyle takımımın parçalarıydı. Dicle, Poyraz, Çağan...

Güçlükle soluk alıp elimi yavaşça havaya kaldırarak asker selamı verdim. Bu düşmeden önce yaptığım son şeydi.

Zihin Oyunları: SınırHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin