"Diğerlerine katılmak ister misin?"
Daldığım dünyalarda varlığını unuttuğum Çağan tam önümde dizlerinin üzerine çökmüş, hayatta olduğumu sorgularcasına yüzümü inceliyordu. Varlığı o kadar yakındı ki. İlk kez bu kadar yakından gördüğüm gözlere bakakaldım. Merkezdeki kara kuyunun etrafında mavinin en açık olan tonu kuyudan uzaklaştıkça koyulaşıyor, denizköpüğünün ve turkuazın çarpışmasıyla oluşan renkler irise dağılıyordu. Sonsuz bir okyanus gibiydi. Yüzünün geri kalanı insanın reddetmek isteyeceği bir altın oranla mükemmeldi...
Yakınlığımızın ancak farkına varabilen beynim bedenime sinyal gönderdiği anda bu sinyali kaldıramayan bedenim geriye doğru düştü. Otururken düşmek de ne diye haykıran denge merkezime hak vererek yerimden hızlıca doğrulup eski pozisyonuma geri döndüm.
Bu kısa zaman içinde şoka düşmüş olan Çağan geri çekilmiş beni izliyordu ki onun da beyni geriden yetişerek Çağan'ı uyardı.
"Af edersin."
Dengem yerine gelmiş olarak ayağa kalkarken elimde sıkıca tuttuğum deftere bir kez daha baktım. Kalbimde atan öfke, nefret, aşağılanmışlık hislerinin yanı sıra bedenime yayılan terk edilmişlik ve kırgınlık beni en çok yaralayandı. Uyuşmuş bedenim duyguları hissetmemi engellerken savunma mekanizmama teşekkür ettim. Bunca engelin ardından bile hissettiklerim tarifsizdi.
"Sorun değil, dalmışım." Sesimin bu kadar soğuk çıkmasını ben bile beklemezdim.
Çağan hiçbir soru sormayarak bana büyük bir iyilik yaptı ve bir elini sırtıma koyarak hareket etmeyi reddeden bacaklarımı yönlendirdi. Bir şey demek için dudaklarımı araladım ama kelimeler dışarı çıkmayı reddedince sustum. Çoğu zaman olduğu gibi.
"Onlarla alışverişe gitmek mi istersin yoksa.."
"Başka bir şey olsun." Alışveriş demek benim için tanımadığım bir sürü yüzün arasında dolaşmak demekti. Ayrıca onca düşüncenin arasına dalmaktan korkuyordum. Uzun zaman olmuştu.
"Sakin bir yere ne dersin?" Çağan'ın düşünce okuması teorisini yeniden ortaya atarken bu fikre hayır diyemezdim. Başımı sallayarak onayladım.
Arabadaki yerlerimizi aldığımızda arabayı çalıştıran Çağan'a baktım, düşünceli görünüyordu. Sessizliğinin altında ne düşündüğünü istersem bilebilirdim ama bu yanlış geliyordu. Zaten kendini en önemli işi olan düşünmeye kaptırmış beynim düşünce duyamayacak kadar yorgundu.
Elimdeki deftere bakmaya daha fazla dayanamayarak torpido gözüne koydum. Acı gerçeklerle yüzleşmek hiç bu kadar zor olmamıştı.
Araba hareket edip kapalı garaj kapısına yaklaştığında telaşla Çağan'a baktım. Kapı gıcırtıyla yükselirken aynı şaşkınlıkla kapıya döndüm. Sonradan fark ettiğim şey garaj kapısının altına yapışmış buz kütleleriydi. Beynimin küçük bir kısmı çözdüğü problemle rahatlarken diğer kısmı düşünmek istemeyeceğim türden şeyler düşünüyordu.
Terk edilmişlik hissi yanlıştı. Ben terk edilmemiştim. Gerçek ailem beni bekliyordu. Onlar beni severlerdi değil mi? Elbette severlerdi. Sadece birkaç ay yanlarında olsam da hatırlıyordum. Onlarınki gerçek sevgiydi. Karşılık beklemeden canını feda edebilecek türden bir sevgi.
-Seni kimse terk etmedi kardeşim
Alper! Hızlıca etrafıma bakıp araba sürmekte olan su ustasının dikkatini çektim.
"Sorun mu var? Bir şey mi hissettin?"
"Hayır! Ben sadece, hayır." Konuşmayı beceremeyen çenemi kapatıp cama döndüm ve dışarıyı izlemeye başladım. Artık yorulmuştum. Hem de çok. Tek istediğim uyumak ve daldığım alemlerde her şeyi unutmaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zihin Oyunları: Sınır
FantasyDünya gerçekten sandığımız gibi bir yer midir, bildiğimizi sandığımızın ardında gizli bir bilinmeyen yok mudur? Hayat doğru bildiğimiz yanlışlarla doludur elbet ama ya hayatınız tamamen yalansa, ya bu dünyanın farklı versiyonları varsa? Daha g...