Burada her şeyi tuhaf bulan bir benmişim gibi hissediyordum. Ne yani buzun altından geçen ve elektriksiz çalışan yeraltı treni kimseyi meraklandırmıyor muydu? Buzdan koltukta kıpırdandım. Burası güzelliklerle dolu olabilirdi ama rahatlığa pek önem vermeyen insanlarla karşı karşıyaydım. Trenin içi bildiğim gibiydi tek fark gereksiz reklam panolarının ve renklerin olmayışıydı, burada her şey buzdandı.
Hepimiz buradaydık. Herkes halinden hoşnuttu. Gayet hızlı giden trenin içinde etrafa bakıp hayretler içinde kalansa bir tek bendim. Bu halime son verip gruba baktım. Sorumluluk altında boğularak can vermek üzere olan cidden bir ben mi vardım! Her bir üye tamamı ile alakasız konular üzerinde tartışmaktaydı. Çizgisini asla bozmamış Dicle ise kitap okuyordu.
"Pekâlâ, Çocuklar, geldik."
William'ın uyarısıyla yanımdaki cama yapışmamak için kendimi tutmaya çalıştım ama yapamamıştım.
Saray tam anlamıyla muazzamdı. Güneşin altında elmas parçaları gibi ışıldayan sütunlar ve her bir köşesinde şık beyaz üniformalar giyen nöbetçiler vardı. Sarayla aramızda epeyce uzun bir mesafe olsa da buradan bile müthiş büyük ve güzeldi. Değişik bir mimarisi vardı, her köşeden uzayan kuleler burayı rüyaya benzetiyordu.
Açıkta kalmış ağzımın içindeki dilim donmadan önce çenemi kenetledim ve diğerleriyle beraber dışarı çıktım. Katbekat sarıldığım montun altına dahi derhal işleyen soğuk dişlerimin birbirine vurmasına neden oluyordu. Grup da benimle beraber sessizdi. Büyük bir merak ve kalplerimizi parçalayan bir heyecan içinde yürüyorduk.
Saray yaklaştıkça daha da ihtişamlı görünüyordu gözüme. Her bir ayrıntı, her bir uyumlu detay yaklaştıkça kusursuzluğunu gözler önüne seriyordu. Geride kaldığımı fark edip adımlarımı hızlandırdım. Burada bu renklerle kaybolmam işten bile değildi.
"Hoş geldiniz ustalar!" tüm ülkeyi titretecek kadar gür bir ses kulaklarımda yankılandığında ister istemez en yakınımdaki kişiye sığındım. Bu kişinin Dicle olması iyi bir tercihti. Dicle bana bakıp göz kırptı. Yeşil gözleri bu ışıkta daha da açık renklere ulaşıyordu.
Sesin sahibi de pekâlâ tüm ülkeyi inletebilecek kadar iri bir adamdı. Beyazların arasında gümüş desenlerle süslenmiş siyah bir kıyafet giyiyordu. Tamamen siyah pelerini arkasından sarkıyor bembeyaz saçlı ve sakallı adama tezat oluşturuyordu. Gözleri açık mavi olan bu iri kıyım ve en az iki buçuk metre olan adama fazla yaklaşmak istemezdim.
Tüm bu iriliğe ve potansiyel güce rağmen gayet güler yüzlü ve sıcak kanlı bir insan olduğunu anlamamak mümkün değildi.
"Hadi gelin, donduğunuzu görebiliyorum." Zavallı çocuklar üşümüş "Gelin de size sıcak bir şeyler içireyim. Misafirlerimizi böyle karşılamayız biz."
Adam büyük bir coşkuyla önden yürürken şaşkınlık içindeki bizler onu takip ettik. Ne olur ne olmaz Dicle'nin güvenini yanımda hissetmek adına ona yakındım. Keşke her zaman bu kadar akıllı olsan beyin!
İçerisi dışarı kadar ihtişamlı olamaz diye düşünürken gözlerim gördüklerine inanamayarak kapandılar. Tekrar açıp baktığımda her bir detay oradaydı işte. İki katlı bina boyutunda avize tepemizde parıldarken kendimi nasıl güvende hissedecektim! Ayrıca duvarlarda ateş ya da ışık yerine parlak buzlar vardı. Ayna gibi olan zemine bakarak gitmeye kalksam iki adımımın üçünde düşerdim herhalde.
Bu sırada kral ya da yönetici daha sıcak bir odaya girmişti. Dışarıya göre daha sıcak ama yine de soğuk.
"Oturun oturun hadi." Buzdan koltuğa oturacağım diye korkarken yumuşak görünen beyaz tüylü koltuğu göründe az kalsın atlayıp koltuğun üzerinde yuvarlanacaktım. Yaptığımsa sakince gidip diğerlerinin yanına oturmaktı. Koltuk beklediğimden çok daha rahat ve sıcaktı. Buradan asla kalkmamayı düşünsem de acı gerçek yakındı. Koltuğun tüylerine elimi daldırarak solumda oturan Dicle'ye ve sağımdaki Aslı'ya baktım. Aslı da benim yaptığımı yaparak ellerini ısıtıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zihin Oyunları: Sınır
FantasyDünya gerçekten sandığımız gibi bir yer midir, bildiğimizi sandığımızın ardında gizli bir bilinmeyen yok mudur? Hayat doğru bildiğimiz yanlışlarla doludur elbet ama ya hayatınız tamamen yalansa, ya bu dünyanın farklı versiyonları varsa? Daha g...