Burnuma mis gibi deniz kokusu, yüzüme ılık rüzgârlar çarpıyordu. Gözlerimi açmak istemiyordum. Şimdiye kadar hiç deniz görmemiştim ben. Çağan'ın gözlerindeki okyanustan başka tuzlu suya dalmamıştım. Bir kez daha derin bir nefes çektim içime. Parmaklarımı karıncalandıran, içime heyecan dolduran bir kokuydu bu. Hafif tuzlu, biraz da yosunlu, ferah ve temiz, denizin kokusuydu.
Gözlerimi heyecanla araladığımda ne görmem gerektiğini bilmiyordum. İlk başta yoğun gelen güneş ışığıyla gözlerimi kırpıştırdım. Güneş sıcacık ısıtıyordu. Burada gündüz olduğu kesindi.
Gözlerim odağını bulduğunda aldığım nefes yarıda kaldı. Nefes kesici...
Bir dağ yolundaydık, ormandan arda kalan kayalık ve denize yakın kısma yapılmış baştan savma bir yoldu, bir tarafımız orman, bir tarafımız denizdi. Karşıda görünen kıyı o kadar da uzak değildi. Burası boğazdı anlaşılan. İstanbul Boğazı? Okyanus Krallığı'nın başının orası olduğunu okumuştum. Ama burası kesinlikle modern İstanbul değildi. Doğaya bir gram dahi dokunulmamıştı. Manzara kusursuzdu. Gök yüzünde uçuşan martılar, dalgaları vadinin kenarlarına vuran deniz...
"Güzel ama öyle değil mi?" Çok iyi bildiğim sesin sahibi Çağan'a döndüm. Manzaraya değil bana bakıyordu.
Senden güzel bir manzara yok
Gülümsememi kaçırarak sol tarafta kalan denize döndüm. Kokusu ve sesi muhteşemdi.
Hala benden çekiniyor olman hakkında ne düşünmeliyim?
Bakmaya doyamadığım denizden gözlerimi çekip birkaç saniyeliğine Çağan'a döndüm. Gözlerinde kırgınlığın verdiği bir solukluk vardı.
Hayır, hayır bu kötü anlamlı değil. Ben hep böyle olmuşumdur, ben utangacımdır, ben, ben
Gözlerine ışıltının geri geldiğini görünce tuttuğum nefesi dışarı verip gülümsedim. Sağa mı bakmalıydım sola mı? Sağda iki adet okyanus kuyusu vardı, solda ise capcanlı deniz. Sağ tarafı tercih ettim.
"Karşıya geçmemiz gerekecek ustalar. Saray işte orada."
Araç durduğunda gözlerimi kuyulardan kaçırarak saraya döndüm. Tam karşımızda endamıyla büyüleyen bu bölgenin kayalarından oyulmuş gibi görünen saray, aracın önündeyse oldukça küçük, basit ve gösterişsiz iki adet kayık duruyordu.
"Cidden mi?" Ateş yüzünde endişeli bir ifadeyle kayığa bakıyordu.
"Hey, biz saraya gidiyoruz. Bu ne süssüzlük. Bu kadarı da olmaz artık!" Aslı'nın daha süslü, en azından bir 'tekne' bekleyişi anlaşılırdı. Bu şey suya çok yakın ve ürkütücüydü.
Kayığın birine William binmiş ötekinin kaptanının Çağan olduğunu söylemişti. Ben Çağan'ın kayığına binecektim ama diğerleri binerken ne kadar sarsıntılı olduğunu görünce en sona kalmıştım. Alper de William'ın yanına binince ben Çağan, Dicle, Ateş ve Doğa'yla aynı kayığa kalmıştım.
Duraksadığımı gören Çağan suya atlamış, su yüzeyinde ayakta durarak bana elini uzatmıştı. Kayaların üzerinde öylece dururken kendimi tedirgin hissediyordum. En son saf suya düştüğümde olanlar aklıma gelince ürpermeden edemiyordum. Uzanan eli tuttum ve sallanan kayığa düşmeden binip yere çökmeyi başardım.
Su perisi değil miydi o?
Ah, evet öyleydim. Ama bu korkutucuydu. İnsan olduğu şeyden korkar mıydı? Ben korkuyordum. Kayıklar hiçbir güç olmaksızın hareket ettiğinde bunun Çağan'ın eseri olduğunu biliyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zihin Oyunları: Sınır
FantasyDünya gerçekten sandığımız gibi bir yer midir, bildiğimizi sandığımızın ardında gizli bir bilinmeyen yok mudur? Hayat doğru bildiğimiz yanlışlarla doludur elbet ama ya hayatınız tamamen yalansa, ya bu dünyanın farklı versiyonları varsa? Daha g...