Gün geçmiyordu ki içinde benim olmadığım olaysız bir gün olsun. Bir türlü hareketsiz kalmayı beceremiyordum. Oysa tek istediğim yatağıma uzanıp düşünmek, düşünmek ve düşünmekti. Bunun bana en sonunda kafayı yedirteceğini biliyordum ama kendimi alamıyordum. İçten içe, delirip tüm bu sorumluluklardan sıyrılmak isteğiyle doluydum.
Bu gün halka tanıtılacağımız gündü. Zaten bir haftadır haberlerle çalkalanan krallık bu gün bizi görünce delirecekti. Dedikodular her kuytuda kol geziyordu ve bunu duyabilmek benim lanetimdi.
+Doğru olamaz. Yıllar önce kraliçe çocuklarını da aldı ve kaçtı işte.
-Neden kaçsın ki o ve kral birbirlerine aşıktı. İkisi de doğuştan liderdi. Muhteşem bir yaşamları vardı.
+Aslında o pek de..
-kes sesini bir duyan olacak.
Ben vardım ama duymak bilmek istemiyordum. Ama duyuyordum elimde değildi. İnsanlar benim zihin ustası olduğumu öğrenemeyeceklerdi. Beni sıradan bir zihin oyuncusu, kaçırılıp alıkoyulmuş narin bir prenses olarak bileceklerdi. Alper ise benden ayrı tutulmuş gelecekteki kâhindi. Bunlar bir nevi doğru olsa da onlar benim asıl kimliğimi bilmeyeceklerdi. Melez olduğumuzu zaten biliyorlardı ama benim su perisi özelliklerini aldığımı da bilmeyeceklerdi. Hepsi bizi korumak içinmiş, babam öyle söylemişti.
En başından beri bana ait olduğu söylenen odada tek başımaydım. Burası daha önce görmediğim kadar büyük ve inanamadığım kadar da güzeldi. Fazla süslü değildi en başta. Bölümlere ayrılmıştı. Merkezindeki üç basamakla çıkılan altın sarısı bölümde yatağım vardı. Üç metreye dört metrelik devasa bir yatak ve üzerinden sarkan bembeyaz tüller. Sol tarafta banyo vardı. İnce bir duvarla ayrılmış kristal jakuzi, tuvalet, sade ama işlemeli fayanslar ve gümüş lavabodan kastım banyoydu evet. Sağdaysa giyinme ve makyaj bölümü vardı. Saray düzene girdiği anda terziler gelip bedenimi almış ve bana elbiseler dikmeye koyulmuşlardı. Bundan zevk almasalar ihtiyacım olmadığını söylerdim ama mutlu görünüyorlardı. Yıllardır sadece sıkıcı muhafızlara ve belirli bir tarzı olan krala kıyafet yapmak onları sıkmış olmalıydı.
Odamın giyinme bölümündeki tavana uzanan kristal kenarlı aynaya yaklaştım. Bu ben miydim gerçekten? Ben asil görünüyordum başta, sonra güzel, kendinden emin, çekici, narin ben bir, bir prenses gibi görünüyordum.
Kendi rengine dönmüş açık kumral saçlarımın ucu dalgalandırılmış tepesinde ince örgüler halinde ufak ama güzel bir topuz yapılmıştı. Belimi geçen saçlarıma hayretle bakmıştım, ne ara bu kadar uzamışlardı ki? Üzerimdeki elbiseyse taşımada hafif ama bana ağır gelen süslü bir elbiseydi. Göğüs kısmı çoğunlukla mavi ve turkuaz tonları olmak üzere renkli mücevherlerle kaplı, kalp şeklinde yakası omuzlarıma doğru işlemeliydi. Sakince yere dökülen ipekli eleklerinde yine kristaller ve mücevherler parıldıyordu. yüzümdeyse alışık olmadığım, hafif olduğu söylenen ama bana fazla gelen bir makyaj bile vardı.
Elimi boynumdaki kolyeye götürdüm. Beni hazırlayan kızlar elbiseye çok yakıştığını söylemişlerdi. Ben bunlara yakışıyor muydum peki?
"Kralımız geldiler!" kapım ardına kadar açılırken eteklerimi ve saçlarımı savurarak arkama dönüp bakışlarıyla kalbimi ısıtan adama, babama baktım.
Beyaz bir takım ve altın rengi bir pelerin giymiş olan babam ellerini öne uzatarak bana doğru birkaç adım attı. Ben de onu taklit ederek aynanın önünden ayrılıp ellerim ona uzanır halde ilerledim. Bunu sanki yıllardır yapıyormuş gibi karşılamam normal değildi ama şimdilik sorgulamayacaktım. Beynim artık olayları sadece izliyor gibi geliyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zihin Oyunları: Sınır
FantasyDünya gerçekten sandığımız gibi bir yer midir, bildiğimizi sandığımızın ardında gizli bir bilinmeyen yok mudur? Hayat doğru bildiğimiz yanlışlarla doludur elbet ama ya hayatınız tamamen yalansa, ya bu dünyanın farklı versiyonları varsa? Daha g...