Sizi bekletmek istemediğim için kısa gelen bir bölüm. İyi okumalar :)
Gözlerimi üstün sorumluluk isteyen bir sabaha daha yavaşça açtım. Yatakta adeta uçmakta olan bir martı gibi pozisyon almıştım. Duruşumu düzeltip yüzümü ovaladım. Çoktan uyanmış olan beynim bu gün yapacaklarımızı düşünüyordu. Saraya git, yöneticiyle konuş, bilgileri al ve halkla ne yapacağınızı tartışın. Keşke yapması da söylemesi kadar kolay olsaydı.
Herkesten erken kalktığım için banyoya gidip yüzümü sıra beklemeden yıkayabildim. Ben çıktığımsa kapıda sadece Dicle vardı, bir diğer erkenci üye. Güç ustasına kafamla selam verip odama geri gittim. William ek hazırlığa gerek yok demişti güya ama gideceğimiz yer saraydı. Oraya ayıcık desenli pijamalarımızla gitmemiz pek hoş olmazdı.
Geldiğimiz ilk gün bize yardımcı olan sağlıkçı Emma bize kim olduğumuzu yansıtan renklerde giyinmemizi tavsiye etmişti. Bana uyardı ama ben maviyi seviyordum. Yatağımı toplayıp hazırladığım kıyafetlere baktım. Krem rengi boyunlu kazak, aynı tonlarda pantolon, karlarda kolayca kaybolmam için bembeyaz bir mont ve neyse ki farklı olarak siyah botlar.
Aynanın karşısına geçip saçlarımı taramaya başladım. Saç rengim açılmıştı. Güneşin de vurmasıyla neredeyse sarı gibi duruyordu. Ne ilginç insandım, saçlarım bile tutarsızdı. Yüzümse tam bir harabeye benziyordu. Eskisi kadar olmadığını itiraf etmeliyim ama. Tanıdığımı sandığım ama isimlerini bile bilmediğim insanlarla dolu o eve oranla epey iyi görünüyordum.
Burada benim yapacağım ek bir iş daha vardı. William'dan zihin korumayı öğrenecektim. İnsanların zihnini kolayca okuyabildiğim gibi onlar da benimkini okuyabilirdi. Hatta ben yanlışlıkla onların zihnine konuşabilirdim. Benden beklenmeyecek şey değildi.
Kıyafetleri içliklerle beraber giydim. Burada içerideki ısıyı da fazla tutmuyorlardı. E tabi insanlar burada doğmuştu. Benim otuz derecenin altında yuvarlandığım yaşlarımda bu insanlar karda eksi otuz derecede yuvarlanıyordu.
Odamın kapısını açıp kafamı uzattım. Kimseden ses yoktu. Koridora çıkıp yürümeye başladım. Uzun ve parlak alanda botlarımın gıcırtısı kulaklarımı tırmalıyordu. Ne korkunç ses! Korkunç ses demişken,
"Ne zamandır yoktum değil mi? Beni özlemişsindir." Sesin geldiği kapıya baktım. Odama en uzaktaki ama bana en yakındaki kapıydı. Bu muazzam ötesi kulak parçalayıcı ses de Zeina'ya aitti.
"Evet, yoktun." Zeina saçlarını kıvırcıklaştırmış, üzerinde göz acıtacak kadar parlak renklerde kristaller olan kırmızı bir mont giymişti. Kapıda gözleriyle beni dövmesinin hemen ardından koridora çıkıp sanki sormuşum gibi ne yaptığını anlatmaya başladı.
"Gideceğimiz yerleri araştırma gibi bir görevim vardı da. Eh benim de önemli işlerim var. Önce saray, sonra buranın halkıyla saray civarında tanışma, tabi bu esnada eğitimler tüm hız sizin için devam ediyor olacak, nerde kalmıştım? A evet, sonra çöl krallığı kralıyla tanışma, oranın halkı, falan."
Anlattıkları şu an pekâlâ ilgimi çekiyordu. Neden bana anlattığını bilmesem de dinlemeye devam ettim. İşime gelirdi.
"En sevdiğim kısım okyanus krallığı." Ellerini birbirine gürültülü bir şekilde çarpıp abartılı makyajının altından gülümsedi. Bir insan evladı neden sabahın köründe kalkıp yüzüne badana yapma gereği duyardı ki?
"Orada artık yorulacağımızı anlamış olacaklar ki önce bir kutlamaya katılacağız. Sonra aynı şeyler tekrarlanacak."
"Peki, tüm bunların ne kadar süre içinde olması gerekiyor?" yüzüme bir anlığına bakıp omuz silkti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zihin Oyunları: Sınır
FantasyDünya gerçekten sandığımız gibi bir yer midir, bildiğimizi sandığımızın ardında gizli bir bilinmeyen yok mudur? Hayat doğru bildiğimiz yanlışlarla doludur elbet ama ya hayatınız tamamen yalansa, ya bu dünyanın farklı versiyonları varsa? Daha g...