"Şizofren değilim ben. Ben normalim. Siz gerçekleri bilmiyorsunuz sadece. Tek usta ben değilim. Su ustası var, güç ustası, telekinezi ustası.. anlamıyorsunuz beni. Burada engelleyen bir şey olmalı. Yoksa zihin okumak kadar kolayı yoktu benim için."
Esra doktorun yanında, saçları beyaza dönmüş yaşlı ama tecrübeli bir adam duruyordu. Prof. Dr. Osman. En azından öyle olduğunu söylüyordu. Onlarla bulanık bir zihnin arkasından konuşuyordum. İnatla şizofren olduğumu iddia ediyorlardı.
"Aylardır buradasın Duygu, o kişilerle tanışma ihtimalin yok."
"Hayır, hayır bu doğru değil. Ben çok başka yerlere gittim. Beni hastaneden çıkarın, bulacaklardır. Onlar ailem değil. Beni kaçırdılar." İnanmıyorlardı. Ama düşüncelerini duyamamak beni deli ediyordu.
Yıllarca kurtulmak istediğim şeyden bir anda böyle kurtulmak boşlukta hissettiriyordu. Güçlerimi özleyeceğim aklıma gelmezdi ama güçlerimle ben özdeşleşmiştik. Dünya'nın en hızlı adamının koşmayı unutması gibi bir şeydi bu. Düşünmesi bile korkunç ve anlamsız...
Bu insanlar yalancıydı ya da büyük bir yalanın kurbanları. Yalan söylediklerini hissetmiyordum, aslında duygularını da hissetmiyordum. Güçlerim buhar olup uçmuşlardı gökyüzüne doğru ve ben gökyüzünü göremiyordum.
Tüm benliğimle bu yalanı reddetsem de bir yanım acaba diyordu... acaba gerçekten mi? O yanı şiddetle susturmaktan başka çarem yoktu. Hiç çarem yoktu. Derdime derman olacak bir fikrim bile yoktu. Ama hayal olamazdı. Deli değilsem bile delirmek üzereydim. Beş gün oluyordu.
Beş gündür bana bazı ilaçları zorla içiriyorlardı. Serumu çıkarıp atmak bir işe yaramıyordu. Yemeklerin içine bile katıyorlardı ilaçları. Aç kalırsam güçsüz düşerdim, yemeliydim. Ama korkunç derecede zayıflamış bedenim kendine gelmemekte direniyordu. İlaçlar yüzündendi belki düşünceleri duyamamam. Ama mümkün değildi ki bu, mümkün müydü? Hiç sormamıştım kendime ya da başkasına.
Bazı gerçekler aklımı karıştırmaya devam ediyordu. Çok zayıftım. Oysa son hatırladığımda kilom yerindeydi. Bu kadar kilo vermek için bir miktar zaman geçmesi gerekliydi. Yalanın içindeki doğrular.
"Seni çocuk esirgeme kurumundan evlat edindiler Duygu. Ailene ne olduğu bilinmiyor. Onlar seni terk etti, şimdiki ailense seni sahiplendi ve büyüttü."
"Ailem beni asla terk etmezdi." Bir de hatırlayabilsem. Onca şeyden unuttuğum nadir anlar ailemle olduğum anılardı. Babama bakışımı hatırlıyor ama yüzünü hatırlamıyordum. Anneme dairse bir fikrim yoktu.
Gerçek olan buysa eğer ben rüyaya dönmek istiyordum. Bu nasıl bir oyunsa sona ermeliydi. Her geçen saniye kurtarılacağım ana dair beklentim azalıyordu.
"Yalnız kalmak istiyorum."
"Elbette. Yemeklerini aksatma bakalım."
İkisi de odadan çıktıklarında ayağa kalktım. Serumdan kurtulmuştum ama yorgunluk ayağımdaki pranga gibi peşimi bırakmıyordu. Her dakika daha yorgun hissetmem normal miydi?
Ayaklarımı sürüyerek pencereye yaklaştım. Altıncı kattaydık, camlar demirliydi. Küçük bir güvenlik önlemiymiş, benimle alakalı değilmiş. Tamamen benimle alakalıydı. Manzaraysa geriye kalan kalp parçalarımı daha da un ufak eden sisli ve çirkin bina manzarasıydı.
Deli değilsem bile olmak üzereydim. Günlerdir ne gelen vardı, ne de arayıp soran... Üstelik güçlerimden hiçbiri yoktu ortalıkta. En basit gelen güçler bile imkansızdı burada. Neler olduğunu anlayamıyordum. Belki de gerçekten şizofrenin tekiydim. Düşüncesi bile korkunçtu bunun onca şey bir hayalden ibaretse şimdi uyumak ve bir daha uyanmamak istiyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zihin Oyunları: Sınır
FantasyDünya gerçekten sandığımız gibi bir yer midir, bildiğimizi sandığımızın ardında gizli bir bilinmeyen yok mudur? Hayat doğru bildiğimiz yanlışlarla doludur elbet ama ya hayatınız tamamen yalansa, ya bu dünyanın farklı versiyonları varsa? Daha g...