Yağmur ormanları, havadaki yoğun ve çekilmez nem, sık ve aşılmaz bitki örtüsü ve vahşi yaşamı yüzünden insanların bulunmayı tercih etmediği yerlerden biri, doğanın, gezegenin bir nevi kalbi durumunda. İçinde yaşam olan her gezegenin bir kalp bölgesi, ekvatoru bulunur kimisi için sıcak kimisi için soğuk olan yerdir burası. Bu ekvator ise hangisindedir bilinmez ama içinde bir peri bulunur.
İnsanların bir kısmının ve su perilerinin tamamının kraliçesi gözyaşları içinde, belki çocuklarına son kez seslendiğinin bilincinde oturuyordu bir ağaç dalında. On dokuz yıl olmuştu. Hayatında en sevdiklerinden, halkından sulardan ayrılalı, götürüleli on dokuz yıl geçmişti. Aslında tam olarak on sekiz yıl sekiz ay. Bu gün onların doğum günüydü.
Burada sığınabileceği ne deniz vardı ne de su birikintisi. Havada nem vardı olmasına ama su perisi güçsüzdü. Saklanabileceği tek yerin burası olduğunu biliyordu. Yıllarca su perisi olduğunu unutarak bu yağmur ormanlarında saklanmıştı. Onu gördükleri yerde öldürme emri vermişlerdi ama o yaşamak zorundaydı, çocukları için, belki de acılar içinde ülke yönetmek zorunda olan kocası için...
Beşinci krallıktakiler yardım etmişti ona, saklanmasını kolaylaştırmışlardı. Yeri geldiğinde ülkelerine bile almışlardı. Sonuçta iki ışık üstadının annesiydi o, en eski kehanetlerde yazılan iki üstat kardeş gelmişti, hem de öyle bir devirde, öyle bir anneden gelmişlerdi ki...
Çocuklarının nerede olduğunu bilmeden neler yaşadıklarını, hissettiklerini bilmeden yalnızca gözyaşı dökerek geçen yıllarda yine de zayıf düşmemek için çalışmıştı kraliçe. Bir gün çocuklarına ulaştığında ki elbette ulaşacaktı, güçlü olmak zorundaydı.
İşte şimdi ortaya çıkma vakti gelmişti. Ölmekten korkmayarak ortaya çıkma vaktiydi. O ana kadar beşinci krallık onu gizleyecekti ama o an geldiğinde bir daha gizlenmesine gerek kalmayacaktı.
Ağaçtan ustaca hareketlerle inen su perisi nemli saçlarını önüne getirip keskin bir taşla tek harekette kesti, kafasında kalan saçlar iki yana sallanıp perinin çilli omuzlarına dokundu. Elinde yere kadar uzanan, rengi siyaha dönmeye başlayan mavimsi saçlara bakıp derin bir nefes aldı.
Sizi seviyorum evlatlarım
**
"Bu, bu da neydi Abriana." Kardeşimin titreyen ellerini yakalayıp dudaklarıma götürdüm.
"Annendi Alper."
Kardeşimi boynuma yaslayıp sindirmesine izin verdim. Annemin sesini ilk kez duyuyordu. Bu dağ gibi çocuk, sonuçta çocuktu sadece. Kafamı kaldırıp tepemizde toplanan bulutlara baktım. Hava soğuyordu. Yüzümde burup bir gülümsemeyle kardeşimin saçlarını öptüm.
"Her şey sona erdiğinde ona ilk sarılan olmana izin vereceğim." sonun yakın olduğunu hissediyordum, üzülmeli miydim yoksa iyi ya da kötü sonunda bitecek olmasına sevinmeli miydim bilmiyordum.
Kucağımda küçücük kalmış Alper beni biraz sallandırarak güldükten sonra geri çekildi. Zayıf olmasına izin veremezdim. Güçlüyüm.
Kendine güveninin geri geldiğini görerek, içimdeki vicdan azabıyla, gülümsemeye çalıştım. İnsanları düşünmedikleri şeyleri düşünmeye zorluyordum. Neye dönüşmüştüm ben böyle?..
Sırtımda hissettiğim ürpertiyle savaş alanına, düşmanlarımıza baktım. Geliyorlardı. Bedenim korkuyla titremek istese de buna izin veremezdim. Onlar güçlüydüler. Beni yaralayan şeylerden de vardı aralarında, biraz insan biraz ejder ve birçok bilinmezlik dolu o tuhaf şeyler de buradaydı. Ve daha birçoğu... İnsanlar için o insanımsı suratsız yaratıklar vardı, bizim gibiler için zırhlılar ve benim için tek bir kişi, Ava. Benden ne istediğini henüz bilmesem de öğrenecektim. Ya da bebekken beni ya da bizleri neden öldürmediğini, bir sebebi olmalıydı ve buraya adımını attığı anda bunu öğrenecektim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zihin Oyunları: Sınır
FantasiDünya gerçekten sandığımız gibi bir yer midir, bildiğimizi sandığımızın ardında gizli bir bilinmeyen yok mudur? Hayat doğru bildiğimiz yanlışlarla doludur elbet ama ya hayatınız tamamen yalansa, ya bu dünyanın farklı versiyonları varsa? Daha g...