Dolunay ağaçların ardından kendini göstermeye başlamıştı. Buradan bile görünebilen kuzey ışıklarının ardından rüya gibi bir manzara çıkıyordu ortaya. Renklerin dansı buradan çok daha yavaştı. Pencere pervazına dayanmış, düşüncelerim bambaşka yerlere kaymaktaydı.
Dünkü yorucu antrenman öncesinde de bazı olaylar olmuştu. Kral kafalarına girmem için bazı insanlar getirmişti. Gönüllü olmayan deneklerim bazen çocuklardı. Yetişkinlerin şiddet ve sorumluluk dolu kafası yerine çocukların neşe ve oyun dolu sevimli bilinçaltlarını tercih ederdim kesinlikle.
Dün bir çocuğun rüyasına girmiştim. Rüya göremeyen bir minikti ve rüyaları çok merak ediyordu. Onu rengârenk sonsuz bir bahçeye götürdüm. Kendi bilinçaltı kuzey ışıklarını ekledi mavi gökyüzüne, o kadar güzeldi ki masum bir çocukla sorumluluklardan uzak ve güzel anlar geçirmek. Bu dışarıdan beş dakika sürmüşken biz içeride saatler geçirmiştik sevgili Oly ile.
Sorumluluklar yine aklımın engin sularından kulaç atarak gelmiş ve kapımı çalmıştı. Bu çarpmayla zavallı kalbim yerinde büzüldü ve titredi.
"Abriana, Hazır mısın?" kesinlikle hayır.
"Evet." Montumu üzerime geçirip şapka, atkı, eldiven... ne varsa aldım. Bu soğukluğa bünyem alışkın değildi bir kere.
Çağan kapımın yanında duvara yaslanmış bekliyordu. Sözleştiğimiz gibi ejderhanın inine gitmeye başladık. Yürürken sarayın mimarisine bakmaktan kendimi alamıyordum. Bu kadar büyük bir yerin mimarı da büyük ve yetenekli olmalıydı. Sevmediğim yönü ise burada kaybolan tek kişinin kendim olmasıydı. Tek başıma dolanamıyordum eşsiz salonlarda.
Dışarı adım attığım anda yüzüm bu soğuğun verdiği şokla sarsıldı. Bunu beklemiyordum. Önceki günlere göre daha da bir soğuktu.
"Arabayla mı gitseydik?" benim için dediğini çok iyi biliyordum. Onca antrenmandan sonra soğuğa alışmam gerekirdi ama kolay değildi yıllarca kurak yerlerde yaşayıp birdenbire dünyanın en soğuk yerlerinden birine gelmek.
"Yürüsek daha iyi." Zaten etraftaki herkes, istisnası yok, bize dikkat kesmişti. Buraya geldiğimiz günden beri gözler üzerimizdeydi. Yaptığımız her hareket yanlış bulma amacıyla izleniyordu.
"İnsanların ne dediğini umursamayı bırakmalısın." Bu kadar mı belli ediyordum ama?
"Umursamıyorum ki." Ciddi olmazsın dercesine baktı ve yarım bir gülümseme gönderdi. İçimde bir şeyler kıpırdanırken bakışlarımı Çağan dışında her yere bakmaya özen gösteriyordum.
"İnsanlar o an konuşur ve sonrasını düşünmezler. Boş ver onları." Demesi kolaydı. Cevap vermedim. Ağzımı açsam sanki dilim donacaktı. Galiba yine hasta oluyordum. Montuma biraz daha sarıldım. Mağara girişine yaklaşıyorduk. Adımlarımı sıklaştırlamaya başladım. Tuhaftır ki Çağan bana ayak uydurmamayı seçmişti. Koluma bir el dokunduğunda irkilerek yana kaçma istedim haliyle karlı zeminde dengem bozuldu. Yere yapışmak üzereyken Çağan belimden de tutarak beni durdurdu.
"Üzgünüm kaygan zemini unutmuşum." Sinirlensem de o böyle suçlu suçlu gülümserken bunu dışa yansıtamadım. Ayrıca koluma dokunmuştu sadece tavşan gibi sıçrayarak kaçmaya kalkan bendim.
"Evet?" pozisyonumun farkına vardığımda ikinci bir ani hareketle geri kaçtım. Çağan bu sefer şaşırmamıştı. O da alışmıştı demek bu saçma hareketlerime.
"Sana söylemem gereken bir şey var." Yakışıklı olduğunu asla inkar etmediğim ama şu an gayet ciddi duran yüzüne baktım. Düşüncelerini duyamıyordum. Gözlerini birkaç kez kırptı. Kendini hazırlıyordu ama neye? Kaşlarım istemsizce havalandı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zihin Oyunları: Sınır
FantasyDünya gerçekten sandığımız gibi bir yer midir, bildiğimizi sandığımızın ardında gizli bir bilinmeyen yok mudur? Hayat doğru bildiğimiz yanlışlarla doludur elbet ama ya hayatınız tamamen yalansa, ya bu dünyanın farklı versiyonları varsa? Daha g...