Keyifli okumalar. :)
***
Karanlığın içinden çıkıp gelen görüşüm az önce yaşadıklarımı bir film şeridi gibi gözlerime aktarmaya başladı. Ben, ben parlamış, ağacı da parlatmıştım. Sonra? Sonrası yoktu.
Gözlerimi kısıp görüşümü düzelttim. Sürekli değişen renkler vardı. Hayır, ben hareket halindeydim.
"Uyandın mı parlak kız." gereksiz konuşmalara karşı her zaman bir garezim olsa da bu güzel sese karşı çıkmak zordu. Sanki dünyanın en sıkıcı metnini okusa bile saatlerce dinleyebilirdim.
"Evet." Kaşlarımı çatıp düşünmeye çalıştım. "Hatırlamıyorum..." kelimeler zorlukla dudaklarımdan dökülse de sesim berraktı. Buna alışmalı mıydım?
"Geldiğimde ilk başta hiçbir şey göremedim. Parlıyordun." Güneş gibi. "Sonra parlaklık azaldı ve seni yere yığılırken gördüm. Şu an büyü tamamen üzerinden gitti ama bünyenin buna alışması lazım. Yeni uyanmış birine göre fazla aksiyon yaşadın."
Kesinlikle fazla Aksiyondu. Ama tuhaf bir şekilde kendimi inanılmaz enerjik hissediyordum. İçimdeki sesi göz ardı ederek konforlu yolculuğuma son vermek için ağzımı açtım.
"Sanırım yürüyebilirim." Çağan beni nazikçe yere bırakırken ona hiç teşekkür etmediğimi fark ettim. Ne yazık ki dilimizde telaffuzu en zor kelime gruplarından biriydi 'teşekkür ederim'.
Uzun süreli bir duraklamanın ardından artık teşekkür için geç olduğunu kabullenip yürümeye devam ettim. Hava hala karanlıktı ve gökyüzündeki yıldızlar hiç görmediğim kadar parlaktı.
"Tüm bu şey kaç saatte oldu?" saçma ama anlatmak istediğimi anlatan bir cümle daha. Dilim bazen öylece konuşuyordu işte, beynime bir an bile danışmaksızın. Gerçi ben de pek danışmıyordum kendisine ama neyse işte.
"Uyanıp yemek yer yemez buraya koşup sonra da bayılman mı? Sanırım bir saat." Gözlerim şaşkınlıkla irileşirken Çağan'a baktım.
"Cidden bir saat miydi? Vay canına." Zaman bazen çok hızlı akardı. Bazense şu an olduğu gibi yavaş. Göreceli olduğu kesindi.
Gözlerimi kısıp acaba biraz daha enerji harcama fırsatım var mı diye düşündüm. İhtiyacım olduğunda laktik asitten geçilmeyen kol ve bacaklarım şu an enerji fışkırtıyorlardı.
"Acaba..."
"Bu sefer koşarak kaçmana gerek yok. Ben seni gezdiririm." Başımı utançla başka bir yöne çevirdim. Bu yaptığım çocukçaydı. Ama içimde tuhaf bir ses bana bunu yapmamı söylemişti. Acaba gerçekten deliriyor muydum? Bu insanlık için korkunç olurdu. Kafayı yemiş bir zihin ustası. Dünya daha ne kadar batacak?
"Ayı izlemek için çok güzel bir yer biliyorum." Yanımdaki varlığını unuttuğum Çağan'a döndüm. Bu iyi bir fikir olabilirdi.
Çıplak ayaklarla toprağa basmak iyi hissettiriyordu. Ama taşlar, o konu biraz sıkıntılıydı. Çakıl taşlarıyla dolu bir yola girdiğimizde çimenlere basmaya çalışarak yürüyor ve kesinlikle çok komik görünüyordum.
"Ah, üzgünüm. Ayakkabın olmadığını unutmuşum." Etrafına alık bakışlar gönderen ben, şimdi de bakışlarını aptalca ayaklarıma çevirmiştim.
"Aceleyle çıkarken unutmuş olmalıyım. Sorun değil. Yürüyebiliyorum." Beynim şu aptal diyaloğa son ver diye haykırırken ilk defa onu dinledim ve susup yürümeye devam ettim.
"Seni taşımamı istemediğine emin misin?" kalbim maratonuna kısa süreli bir ara verip daha da hızlanarak devam ederken beynim 'sen de iyi alıştın' demeye vermişti. Çağan duraksamamı yanlış anlamadan yürümeye devam ettim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zihin Oyunları: Sınır
FantasyDünya gerçekten sandığımız gibi bir yer midir, bildiğimizi sandığımızın ardında gizli bir bilinmeyen yok mudur? Hayat doğru bildiğimiz yanlışlarla doludur elbet ama ya hayatınız tamamen yalansa, ya bu dünyanın farklı versiyonları varsa? Daha g...