Kısa bölümleri sevmesem de sizi bekletmeyi de sevmiyorum. Keyifli okumalar...
Kısa bir göz kararmasının ardından beni yumuşak be sıcak bir koltuğa oturtmuşlardı. Neyin içinden sıyrıldığımı bir anlığına boş verip neye kavuştuğuma odaklandım. Kalbim uzayda süzülen bir kaya parçası kadar özgürleşmişti, tamam nereye gittiğim belli değildi ama özgürdüm en azından ve yanımda sevdiklerim vardı, daha ne isteyebilirdim ki?
Bir kez daha baktım kardeşime, kardeşimin büyümüş yüzüne. Gök mavisi gözleri bebekliğindeki canlılığıyla parıldıyordu. Saçlarının rengi koyulaşmıştı, balköpüğü rengi, boyu kulaklarını geçen saçları güzelliğini sarmalıyordu. Yüz hatları ne çok sertti ne çok yumuşak mükemmeldi, aslında tıpkı anneme benziyordu. Gözümden haber vermeksizin süzülmeye başlayan yaş görüşümü bulanıklaştırmıştı.
"Ağlama, artık buna gerek yok." Ellerini uzatıp gözyaşlarımı nazikçe sildi. Nasıl oluyordu da bu kadar güçlü durabiliyordu, ikimiz de ayrı annenin evlatlarıydık oysa.
"Bu son, bir daha asla!"
Ayağa kalkıp benden biraz daha uzun olmasını önemsemediğim kardeşime sıkıca sarıldım. Kollarımı boynuna ahtapotun avına sarılması gibi sarmıştım, ayaklarımın havaya kalmasını önemsemedim. O da sıkıca belimden tutarken yüzümdeki gülümseme iyice yayılmıştı. Kalbimin içindeki bir boşluğa sıcacık bir his doluyordu hızla. Huzur muydu adı? Gözlerimdeki yaşlar mutluluktan mıydı? Buna inanmazdım işte. Mutlu olan biri neden ağlardı ki diye düşünmüştüm hep, ama şimdi anlıyordum sebebini. Gözyaşı denilen şey sadece üzgün olunca akmazmış.
Beyaz bir ışık bedenlerimizin etrafında dönmeye başlamıştı, sarmal şekiller ikiye ayrılıp DNA sarmalına benzer bir görüntü aldılar, ardından sarmal bölündü ve ikimize ayrı olacak şekilde renkler ortaya çıkmaya başladı. Alper'in kıyafetine işleme olarak yapışan ışık beni tamamen değiştirmişti. Saçlarım aralarına balköpüğü rengi tutamlar katılarak örülmüş, korkunç hastane kıyafetim aynı renk, ayaklarıma kadar uzanan bir elbiseye bırakmıştı.
Bundan sonra ayrılık istemiyordum. Bir saniye bile yanımdan ayrılamazdı.
"Biz sizi yalnız bırakalım."
Duyduğum sesle kısa bir şok geçirirken kollarımı istemeyerek Alper'den ayırdım. Soran gözlerle kardeşime baktığımda sorun yok anlamında omuz silkti. Bu sırada kapı açılmış ve diğerleri dışarı çıkmıştı.
"Biliyorlar."
Gözlerim sorunun sahibine kaydı. Korkuyordum aslında bakmaya. Bakarsam çıkamayacağımdan korkuyordum. Sanırım biraz da utanıyordum ondan. Gözlerimiz buluştuğunda şaşkınlıkla dudaklarımı araladım. Çağan'a ne olmuştu böyle?!
Bizi kapının yakınlarından izleyen Çağan'ı hiç bu kadar dağınık görmemiştim. Hayır, hiç dağınık görmemiştim. Üzerindeki buruşuk eşofmanlar, son derece dağınık olarak alnına dökülen saçları... ona yakışmamış değildi ama alışamamıştım bu görüntüye.
"Çağan?"
Sırtımdaki el beni hafifçe öne itekledi. Dönüp elin sahibine baktım. Alper olgun bir şekilde gülümsüyordu. Bunun kendine ne kadar yakıştığını biliyor muydu acaba?
"Git hadi, bunu hak etti."
Alper'e büyükçe gülümseyerek Çağan'a doğru birkaç adım attım. O çoktan koşmaya başlamış ve dibimde bitmişti. Kollarımı sıkıca beline dolarken o eğilmiş, yüzünü saçlarıma gömerek sıkıca sarılmıştı. Kulağımı kalbine yaslarken gülümsedim, kalbi maraton koşan birininki kadar hızlı çarpıyordu, tıpkı benimki gibi... Birkaç kuş girmişti göğüsüme ve deli gibi kanat çırpıyorlardı sanki. Artık kelebek olmaktan çıkmış kuşa dönmüşlerdi, bir ötesi ne olacaktı bilemiyordum ama karnıma tekme atan duygular beni derinden sarsıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zihin Oyunları: Sınır
FantasyDünya gerçekten sandığımız gibi bir yer midir, bildiğimizi sandığımızın ardında gizli bir bilinmeyen yok mudur? Hayat doğru bildiğimiz yanlışlarla doludur elbet ama ya hayatınız tamamen yalansa, ya bu dünyanın farklı versiyonları varsa? Daha g...