Spotların tenini karıncalandıran sıcaklığını hissedebiliyordu, Eliza. Sahneye çıktğı zaman seyirciyi asla selamlamazdı, hatta bu inadı yüzünden sanat camiasında sözü geçen eleştirmenlerden biri onu "kibirli" ve "saygısız" ilan etmekte bir beis görmemişti. Oysa Eliza yalnızca dansın bütünlüğünü kıran bu tavırdan kaçınmak, seyircinin danstan ve sahneden kopmasına engel olmak istiyordu. Ona göre seyirci, oyunun sonunda zarifçe selamlanabilirdi. Elbette ki onlara ve onların sanata duydukları aşka saygısı vardı ama kendi prensiplerini de elinin tersiyle itecek biri değildi. Belki bu denli sert eleştirilmesine sebep olan şey ile yine aynı hızlı yükselmesine sebep olan şey prensipleri olabilirdi. Parmak uçlarına nezaketle yükselirken ışığın gövdesini yarıp geçtiğini hissetti. Şeffaflaşmış, adeta görünmez olmuştu. Sahnede duruyordu ama varlığını hissedemiyordu. Spotların bir bir kapandığını, sahnenin karardığını hissediyordu. Hala dans ettiğini, hala dans edebildiğini göstermek için harcadığı üstün çabanın farkında olsunlar diye olanca gösterişiyle 32 kez parmak uçlarında dönüyor, hiç dengesini kaybetmiyordu. Oysa ışıklar sönmeye, seyirci kaybolmaya, müzik susmaya devam ediyordu. Onu aydınlatan son ışıkta söndüğünde uykusundan nefes nefese fırladı. Kan ter içinde kalmıştı. Unutulmaktan, bir daha sahneye çıkamamaktan, yok olmaktan korkuyordu. Parmakları boğazını gelişi güzel sıvazlarken her şeyin basit bir kabus olduğunu anladığında derin bir nefes alarak kendini yeniden kuş tüyü yastıklarına bıraktı. Gözleri gecenin karanlığında seçebildiği en net şeye, beyaz, lekesiz tavana odaklanmıştı. Kalbi hala göğsünü yarıp geçebilecek kadar hızlı atarken parmak uçlarının uyuştuğunu hissederek derin bir nefes aldı.
"Oh mon Diue!," diye mırıldandı. "Kafayı yiyorum sanırım."
Uzanıp yatağın baş ucundaki lambayı yaktı ve telefonunu alarak doğruldu. Bir süre anlamsızca rehberdeki bütün isimlere baktı. Kimi arayacağını bilemiyordu. Telefonundaki bütün numaralar, neredeyse bütün numaralar, bale ile ilgili kişilere aitti. Yönetmenler, balerinler, baletler, dans partnerleri, koreograflar, reji ekibinden birileri... Bunlar hariç üç numara kalıyordu geriye. Annesi, babası ve... Devrim. Tereddütle üçüncü kez Devrim'in ismini atlayarak rehberde gezinmeye devam etti. Elbette birinde karar kılabilirdi! İsmi Deniz ya da Devrim olmayan birinde! Her iki adamla da konuşmak fikri şu anda çılgınca geliyordu. Bakışları yatağın boş tarafına kaydı. Deniz yine kanepe de sızıp kalmış olmalıydı. Gözlerini ovuşturarak ayaklarını yataktan sarkıttı ve dördüncü kez Devrim'in isminin üzerinde duran parmağına alayla baktı. Agâh yalnız olduğunu söylerken yanılmamıştı Dostlarının, dost dediklerinin pek çoğu en azından, o baleyi bıraktı diye kutlamalar yapacak tarzda insanlardı. Onun yerine geçmek isteyen, sonunda ondan boşalan yeri doldurabilen, hırslı, hatta kindar, hatta ve hatta öfkeli insanlardı. Kimi arayabilir ve 'dans edemediğim için kafayı yiyorum' diyebilirdi? Kim onu ciddiye alırdı? Kim onun sahneye geri dönmesini yürekten dilerdi? Hala Devrim'in numarasının üzerinde duran parmağı en sonunda arama tuşuna bastı. Telefona cevap verilmeyeceğini sandığı sırada nefes nefese biri "Merhaba, Eliza," diye bağırmıştı. Arkadaki gürültüden kalabalık bir yerde olduğu anlaşılıyordu. Eliza dudaklarını bükerek özür dilemek üzereyken aynı ses "Bir saniye bekler misin?" diye sordu. Kadın cevap vermek yerine adamın, Devrim olduğunu umuyorsa da içten içe olmadığını da biliyordu, gürültüden ağır ağır uzaklaşmasını bekledi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ayışığı Grisi
RomanceSevdiğin kişi için ne kadarını feda edebilirsin? Kariyerini? Hayatını? Sahip olduğun her şeyi? Eliza hepsini feda etti. Ya başkası için her şeyini feda eden bir kadını ne kadar daha karşılıksız sevebilirsin? Agah sabırla sevdi. Bu hikaye kanatları...